Lisans Araştırmam Nasıl Geçti? – Undergrad Research

Merhabalaaaaaaaaaaar.

Bir önceki yazımda size Koç University Summer Research Program (KUSRP) hakkında bilgi vermiştim. Bu yazımda ise benim için bu yazın nasıl geçtiğini anlatacağım. Bir önceki yazı kadar öğretici olmayabilir, daha çok bir anı ve deneyim yazısı olacak gibi hissediyorum çünkü beklemesem de akademik açıdan çok sosyal açıdan çok güzel anlar biriktirdim.

Program lise öğrencileri için 24 Haziran’da, lisans öğrencileri için 1 Temmuz’da başladı fakat benim o tarihte başka bir işim olduğu için ben İstanbul’a 2 Temmuz’da uçtum ve bu nedenle hem ilk günü hem de ikinci günün sabahında yapılan oryantasyonu kaçırdım. Bunları kaçıracağımı zaten bildiğim için insanlarla tanışma konusunda sıkıntı yaşayacağımı düşündüm çünkü ilk gün herkes aynı servislerle havalimanından okula geçecekti, odalara birlikte yerleşecekti, ertesi gün oryantasyon olacaktı vs vs… Bayağı üzülmüştüm geç gideceğim için fakat yine de şanslı olduğum bir nokta vardı, programda önceden yüzeysel olarak tanıştığım iki lise öğrencisi ve Koç’ta okuyan iki arkadaşım vardı. Lise öğrencilerinden biri Future Science Team Aydın ekibinden Ayşegül, diğeri ise yapay zeka çalışmaları ile tanınan Arda Mavi’ydi. Arda, Umut Hoca ile konuşurken programdan söz etmiş, Umut Hoca benim de bu yaz kabul aldığımı anlatmış ve tanışmamızı önermişti. Bu vesile ile Arda ile iletişime geçmiştik fakat zaten ben onu önceden görmüştüm, o da beni. Lise öğrencileri bizden bir hafta önce gittiği için oryantasyonda da bana yardımcı olacaklarını düşündüm ve biraz içim rahatladı. Tabii zaten hiç endişelenmeme gerek yokmuş, bunu sonradan anladım çünkü oryantasyonda pek bir şey yapılmamış.

İlk gün gittiğimde servisleri kaçırdığım için Koç’a kendim ulaşmam gerekti, (Hacıosman metro istasyonunda inip metrodan direkt Koç’a giden minibüslere, otobüslere veya Sarıyer’e giden otobüslere binip Sarıyer’den Koç minibüsüne biniyorsunuz bu kadar basit. Ayrıca Beşiktaş meydandan da Sarıyer’e gelen otobüs ve minibüslere binip Koç aktarması yapabilirsiniz. Öğrendiğim en verimli şeylerden biri İstanbul’da bu kadar uzak bir yere ulaşımı öğrenmekti. Direkt Koç’a gitmektense Sarıyer’de inip aktarma yapmayı tercih ediyordum çünkü Sarıyer’de çok güzel bir burgerci var ve orada burger yiyip kampüse dönmek daha mantıklı.) Koç’un kapısına kadar hiçbir sıkıntı yoktu fakat yanlış otobüse bindiğim için otobüs kampüsün içine girmek yerine beni ana kapıya bıraktı. Sorun etmeden “yürürüm canım ne var” dedim ama tam o esnada kapıda bir araç durdu ve içinden bir hanımefendi “içeriye kadar bırakabilirim” dedi. Başta “yürürüm ya sorun değil” dedim ama bana “İlk kez geliyorsun sanırım, yurtlara kadar bu eşyalarla yürüyemezsin” dedi. 😀 Halbuki çok eşyam yoktu ama haklı olduğunu sonradan anladım, zaten yeterince yorgundum, tek bir valiz bile beni o yolda bitirmeye yetecekti.

Araca bindikten sonra kısa bir sohbet ettik, neden geldiğimi, hangi konuda çalıştığımı sordu. Büyük bir hevesle yanıtladıktan sonra “Siz bu okulda mı çalışıyorsunuz?” dedim. “Benim eşim burada rektör” dedi. Anlık bir şok yaşadım tabii, bilsem o kadar rahat davranmazdım. Gerçi, amaaaan… Zaten sonradan kendisinin öğrencilerle çok samimi olduğunu ve otostop konusunda da öğrencilere çok yardımcı olduğunu öğrendim.

Kampüse girer girmez oda kartımı almak ve yurt kontratımı teslim etmek için koordinasyonu aradım ve koordinatörlerden ikisi yanıma geldi. Biri Barış, diğeri Meltem’di. O an onları yaşça çok büyük, çok da kıdemli sanarak çekingen davrandım hatta bayağı da gerildim. Zaten Barış işini çok soğukkanlı ve profesyonel yaptığı için böyle düşünmem normaldi. Meltem de sadece arada gülümsüyordu. Kartımı verip gittiler ve soğuk bir karşılamadan sonra bir başıma odamı bulup yerleşeceğim için daha fazla gerildim. Şimdi o anı düşününce bana çok komik geliyor çünkü bir hafta sonrasında Meltem ve Barış ile çok yakın arkadaş olmuştuk. Hatta kendimi en çok onların yanında rahat hissetmeye başlamıştım. İlk haftanın sonunda Meltem ile alışverişe çıkıp kankilik bağlarımızı güçlendirdik hatta. Son iki haftada da Barış bize spor hocalığı yaptı ve sayesinde tüm bu tayfa katliam (Arda, Ben, Meltem) spora başlamış oldu.

İnsanlar hakkında zamanla hiç beklemeyeceğiniz şeyler gerçekleşebiliyor, işler bazen tam tersine dönebiliyormuş. Yani ilk görüşte çok samimi bulduğunuz ve hep onunla vakit geçireceğinizi düşündüğünüz kişilerden birkaç gün sonra sıkılabiliyorsunuz ve arkadaşlığınız kesilebiliyor. Bu yüzden kimseyle direkt olarak çok samimi olmamak gerektiğini vurgulayalım, bu üniversiteye ilk başlandığında da çok sık yaşanıyor çünkü. Size çok soğuk gelen insanlarla zamanla çok samimi olabiliyor ve aslında hiç de göründükleri gibi olmadıklarını anlayabiliyorsunuz, bunun farkında olarak sosyal ortamlara girmek, size çok kalıcı arkadaşlar kazandırıyor. Tabii insanlarla sadece kalıcı arkadaşlar olmak için tanışmak zorunda değilsiniz, sadece bir sohbet bile bir insandan çok şey öğrenmenizi sağlıyor ve o kişiyi bir daha göremeseniz bile verimli zaman geçirmiş oluyorsunuz. Ben iki türlüsünü de deneyimledim ve bu nedenle sosyal açıdan çok verimli bir yaz geçirdim sanırım.

Odama yerleştikten sonra akşam yemeğini Arda ve Ayşegül ile yedik. Ayşegül ile zaten aynı ekipteymişiz bunca zaman, şimdi ise aynı programda, aynı hoca ile çalışacaktık. Arda ile de tanışmadan önce çok heyecanlıydım, çünkü çalışmalarını çok merak ediyordum ve kendisinden yüz yüze dinleme sözü almıştım. LinkedIn’den ilk konuşmamız, muhteşem üslubumuz ve programın son haftasındaki halimiz arasındaki farkı düşündükçe ne diyeceğimi bilemiyorum. Burada söz edemeyeceğim tabii ama hakkında çok ama çok gereksiz detayları bile bildiğim (o da benim) biri olmuş, normalde kimsenin yanında konuşamayacağımız gibi konuştuğumuz, birbirimize kimseye davranamayacağımız gibi davrandığımız bir ikili olmuştuk. Resmen evin sevilmeyen(kesin kızacak), yaramaz ama vazgeçilemeyen 2K’lı çocuğuydu, ben de ablaydım.

İlk hafta tamamen boş geçti desem yalan olmaz. Çünkü ikinci günümde danışman hocamın yanına gittiğimde bana haftalık derslerimizin ve zorunlu bir konumuzun olmadığını söyledi. Kendi konumuzu kendimiz seçip çalışacaktık. Cuma günleri ise grubun toplandığı günlerdi. Yani cumaya kadar boştuk! (Aslında değildik de, ben konumu seçip çalışmaya başlayana kadar boş geçti.)

Bu beni inanılmaz gerdi. Birinin bana yol göstermesini, ne yapmam gerektiğini söylemesini bekledim hep. Bu çok büyük bir salaklık oldu tabii. Benim için akademik geleceğimin fragmanı gibi oldu, danışmanlarımız biz gidip onlara danışalım diye oradalar ve bir robot gibi sürekli veri girip emir bekleyemezdik. Kendi programımı kendim hazırlamam gerektiğini anlamıştım ama kampüsün çekiciliği, istediğim zaman istediğim şeyleri yiyebilmek, arkadaşlarımla zaman geçirebilmek, kimsenin bana ödevler vermediği ve çalışmak zorunda bırakmadığı özgür bir ortamda olmak ve buraya gelmeden önce yoğun bir çalışma ortamından çıkmış olmak beni fazlaca tembelleştirmişti. Bir yandan da sürekli çalışmaya başlamam gerektiğini düşünüp asla bir yerden başlayamamam ruhumu iyice hasta etmişti fakat boş yapmaya da bu ruh hali ile devam ediyordum. Stres yapıyor, stres yaptıkça yiyordum. Ayrıca Arda’nın aşırı sosyal olması nedeniyle tüm mentorlarla tanışmış, yeni arkadaşlar edinmiştim. Akşam olunca çalışma aralarında L yurdu önünde Meltem, Arda, Barış ve denk gelirse bazen İsgender ve Kubilay (gececi mentorlar) ile boş yapıyor ve kafa dağıtıyorduk, ama buna bile o kadar alışmışım ki, şu an ders çalışırken ara verdiğimde bir süreliğine zamanı geriye sarıp yurt önüne çıkabilmeyi ve bu tayfa ile sohbet edebilmeyi diliyorum. 🙁

Oryantasyonu kaçırdığım için de boşuna üzülmüşüm, odaya ilk girdiğimde tanıştığım oda arkadaşım özet geçmiş ve aslında çok da bir şey olmadığını söylemişti. Oda arkadaşları konusunda da pek şanslı sayılmazdım çünkü biri ile hiç tanışamadım(soğuk biri), diğeri ise yurda çok nadir geliyordu ve ikisiyle de neredeyse hiç konuşmuyorduk. Üstelik ben geç geldiğim için ranzanın üst yatağı bana kalmıştı ve tavana çok yakın olduğu için(insan darlanıyor vallahi) genelde ya masamda uyuyakalıyor, ya kütüphanede, ya da çalışma odasındaki rahat koltukta uyuyordum.

Danışman hocam, Özgür Hoca muhteşem bir insandı. Kendisi bir kuantum fizikçisi ve çok başarılı bir geçmişi var, (burada saymaya kalktım ama çok uzadı) ayrıca kendisi Tekin Dereli’nin öğrencisi. Bu nedenle gelmeden önce, hatta programa başvurduğum günden itibaren, okul derslerimden ve sınavlarımdan çok ileri matematik, kuantum mekaniği ve moleküler fizik, İngilizce ve programlama çalışmıştım çünkü gelince herkesin fizikçi olacağını, herkesin inanılmaz bilgili olacağını, herkesin muhteşem İngilizce konuşacağını ve benim hiçbir şey anlamayacağımı, bir araştırma sonucuna varamayacağımı düşünüyordum. Bu dersleri edX ve Coursera’dan alarak çalıştım bu arada, ayrıca çalışacağım konu hakkındaki yakın tarihsel gelişimi de tarihe göre sıraladığım makaleler üzerinden ilerleyerek takip ettim. Çok büyük bir stres ve çalışma temposu ile geldiğim için geldiğimde karşılaştığım rahatlık biraz garip gelmişti. Özgür Hoca ve çalışma grubu ile de daha fazla (en azından haftada 1 günden daha fazla) görüşmek, vakit geçirmek istiyordum ama çalışma grubu her toplantıdan sonra konuşacak bir şey yoksa direkt dağılıyor ve hafta içinde maillerle iletişim kuruyordu. Ben de her şeyi maillerle sorup öğreniyordum, diğer vakitlerde de kendi çalışma programıma devam ediyordum. Bunun dışında quantum grubundan kimseyi kampüs çevresinde, kütüphanede veya öğrenci merkezinde görmediğim için yüz yüze sohbet edemedim. Quantum grubu da şey; 4 üniversiteli, 2 liseliden oluşan summer research grubu(biz) ve hocanın kendi lisansüstü öğrencilerinden oluşan normal çalışma grubu. Zaten summer research grubumuzdan bir liseli ve bir üniversiteli verim alamadığını düşünmüş olmalı ki erkenden ayrıldı. Lise programı da 4 hafta sürdüğü için biz geldikten 2 hafta sonra da Ayşegül, yani kalan tek liseli çalışma arkadaşımız da gitti ve 3 kişi kaldık; ben, Amerikalı bir mühendislik öğrencisi ve bir de İrlandalı bir mühendislik öğrencisi. İkisiyle de tanışmak istesem de hem İngilizceme hem de kendime güvenmediğim için tanışamadım. Onları toplantılar dışında çok nadir gördüm ama “Günaydın” ve “İyi çalışmalar” dışında herhangi bir iletişimimiz olmadı. Bundan pişmanlık duyacağımı biliyordum, öyle de oldu, keşke gidip bir şekilde tanışsaydım ama olmadı yani. Fakat neyse ki şans eseri de olsa quantum grubu içindeki tüm duyuruları yapan ve yüksek lisansını bitirmeye hazırlanan kişi ile son hafta tanışabildim. Zaten ODTÜlü olduğu için ve ODTÜ kıyafetlerimizle birkaç toplantıda denk geldiğimiz için, içimdeki ODTÜ sevgisinden hep bir tanışma isteğim olmuştu. Tüm research süresi boyunca tek bir toplantı kaçırdım ve o da o kişinin bizimle yüksek lisans savunmasının provasını yapacağı gündü. Bunu kaçırdığıma çok çok üzülmüştüm ama son hafta gerçek yüksek lisans savunmasına yetiştim. Salonu bulamamıştım ve bir yerde kendisini görünce yanına gidip konuştum. Bir jüri üyesi Skype ile bağlanacakmış ve tam olarak son saniye bağlandı mesela, bu çok stresli bir olaydı, onun stresini birebir gözlemledim sunum öncesinde. Özgür hoca da hala gelmemiş ve Skype ile bağlanacak olan hoca mesajlarına yanıt vermemişti, bu yüzden savunma ertelenebilirdi. Kendisinden daha fazla stres yapmıştım ama son saniyede iki hoca da geldi. Savunması çok başarılı geçti. Umarım bundan sonrası için de başarılı bir kariyeri olur. İlk kez bir savunma dinledim ve gördüğüm her şeyi kendi savunmam için aklıma kazıdım.

Sevdiğim bir diğer olay da Aşkın Hoca ile tanışmaktı. Aşkın Hoca da aslında bir fizikçiydi ama optogenetik çalışıyordu. Yeni bir görüntüleme tekniği ile sinir ağları üzerine araştırma yapıyordu ve üzerinde çalıştığı canlı bilinen en az nörona sahip canlı olan C. elegans adlı toprak kurduydu. Aşkın Hoca ile ikinci haftamda tanıştım ve laboratuvarını gezdik, inanılmaz bir ortamdı. Dondurucuda bekleyen ve mikroskobun altında ışıktan etkilenerek garip davranışlar sergileyen kurtlar birden araştırma odağımı değiştirme girişiminde bulundu. Aşkın Hoca Harvard’dan yeni dönmüştü ve Koç’ta tanıdığım en sıcak, en enerjik ve en sürprizlerle dolu olan insan oydu. Bir de yemekhanede tek başına yemek yiyordu bazen, ben de hep başka bir köşede yemeğimi yerken kendisi ile yemek yiyip aynı zamanda kendisinden C. elegans’ın nöral aktiviteleri hakkında daha enteresan şeyler dinlemek istiyordum. Kendisini yemek yerken rahatsız etmemek için hiç yanına gitmedim ve çevremde gördüğüm şeyi uyguladım, sadece hep mail attım…

Aşkın Hoca ile ilk tanıştığımızda, tüm grubu bir hafta sonra teleskop ile gökyüzü gözlemine davet etti. Kendisinin eski bir öğrencisi MIT’den geliyormuş ve yanında teleskop getirecekmiş. Ben bunu duyunca nasıl sevindiğimi şimdi anlatmaya kalksam var ya… Koç’a geliyorum, ilk iki hafta alanımla ilgili kimseyle tanışamıyor ve iletişim kuramıyorum, sonra bir hoca çıkıp bana kurtları, optogenetiği, görüntüleme tekniklerini, nöronları 3D olarak programlamayı anlatıyor, sonra da teleskopla gözlem yapmaktan söz ediyor! 2. haftadan itibaren moleküler fizik çalışmalarım arasında sürekli Aşkın Hoca’nın makalelerini, çalışmalarını ve söz ettiği siteleri inceledim. Nörobilim çalışmaya kaymak üzereydim neredeyse. Gerçi bu yine kötü bir şey değildi, ama önemli olan artık bir konu seçip odaklanmamdı. Buradan ayrıldıktan sonra bu konulardaki uzman hocaları her an bulamayacaktım.

İlk teleskop gözleminin olacağı gün, 10 Temmuz’du. Saat 22:30’da lojmanlardaki basketbol sahasında toplanacaktık. Nasıl heyecanlandıysam bir saat erken gidip sahada merdivenlere oturup birilerinin gelmesini bekledim. İlk olarak teleskobun koruyucusu olan doktora öğrencisi geldi ve sonra da Aşkın Hoca! Sonraki yarım saat boyunca sadece üçümüz alandaydık. Belirtilen ve herkese mail atılan saatin üzerinden 20 dakika geçmesine rağmen hiç öğrenci gelmedi. Sonra Özgür Hoca ve birkaç başka akademisyen ailesi ile birlikte sahaya geldi. Zaten hepsinin evinin önüydü. Hiç öğrenci gelmeyince oradaki hocaların hepsiyle tanışma şansım oldu. Gökyüzü hakkında sorular sorduklarında üzerine tartışmamız çok hoşuma gitti. Koç’taki en güzel günlerimden biriydi. Kanlı ay tutulmasının olduğu gün de Aşkın Hoca’ya mail atıp gözlem yapma fikrini sunmuştum ama yurt dışında olacağını söylemişti, sonra başka bir öğrencisi iki teleskop getirerek tekrar gözlem yaptırdı. O çok daha güzeldi çünkü çok kalabalıktı ve çay, kahve ikramı da olduğu için insanları bir arada tuttu ve sohbet ortamı yarattı. Orada da yeni insanlarla tanıştım. Biraz pot kırsam da eğlenceliydi. (Başkasının sohbetine aniden dahil olmak ama yanlış anladığı soruya yanıt vermek gibi bir şey…)

Zaten kafam karışıkken Aşkın Hoca ile tanışmam araştırma alanımı iyice genişletmişti. 2 hafta daha nörobilim çalışıp kurtların sinir ağlarını okuyup izlesem de, ikinci ayımın başında kendimi asıl tutkum olan ve buraya gelme sebebim olan fotosentezdeki foton yakalama ve enerji mekanizmasına tam anlamıyla adadım. Zaten okuyor ve araştırıyordum fakat son ay bundan başka hiçbir şey okumadım, sayfalarca makale hem masamı hem zihnimi işgal etmeye başladı. Bu yaz en fazla yaptığım şey cidden makale okumak ve okuduğum makalenin referans makalelerini de okumaktı, böyle de sonu olmayan bir yola girmiştim. Bir süre sonra okuduğum makalelerde de çok dağıldığımı, gittikçe kendi ana noktamdan farklı noktalarda sorulara takıldığımı ve vaktimin de daraldığını fark ettim. Aslında bu bana başka bir şey fark ettirdi. Henüz bir lisans öğrencisi iken bir alanda spesifik bir noktaya odaklanmam çok zordu. Öyle ki, her nokta bana yeni ve bilinmez gelecek, detaylara indikçe kafamdaki soru işaretleri artacak, konular dallanmaya devam edecek ve ben ne genel de ne spesifik hiçbir şeyi olması gerektiği gibi sistematik olarak öğrenemeyecektim. Sadece neyi, ne kadar çok şeyi bilmediğimi görecektim. Tüm bu bilmediklerimi öğrenmek için hiçbir zaman yeterli vaktim olmayacaktı. Bu nedenle son iki haftam kalmışken Özgür Hoca’nın kapısını umutsuz bir şekilde çalmaya karar verdim. “Hocam sanırım ben yapamıyorum, çok az vaktim var ve ne bir sunum çıkarabilir ne de bir şey yazabilirim.” diyecektim. Bunu söylemeyi bile 3 gün erteledim ve o 3 günde Arda ve Meltem ile konuşarak, konferanslar-konuşmalar dinleyerek, konuyu daha genel ele alan makaleler okuyarak tekrar motivasyon kazanmaya çalıştım. Biraz işe yaramıştı ve sunumumda inanılmaz bir şey yapmak zorunda olmadığımı, henüz yolun başında olduğumu, bu alanda şu an yeni bir şey yapamamış olsam da bir yol katettiğimi kabul ettim. Özgür Hoca’ya konuyu açtığımda, derleme makale yazma çabasına sakın girme, dedi ve tüm konu yerine kendi öğrendiklerimi derlememi, kendi açımdan yorumlamamı önerdi. Böylece haftalarca okuduklarımı ve zihnimde hazır olanları paylaşacak, kendi yorumumu katacaktım. Bunu yapabilirdim.

Son aya girdiğimiz hafta okulda herkesin kullanabildiği bir piyano odası olduğunu fark ettim. Eğer sitedeki “Ben Kimim?” kısmını daha önce okuduysanız veya beni 2014-2017 yılları arasında Twitter’da takip ettiyseniz piyano konusundaki zaafımı ve hayalimi ısrarla (hatta bazen ergence, çünkü ergendim yani yaşımdan ötürü) paylaşmış olmalıyım. Evet sonunda piyano tuşları ile fiziksel olarak, birebir tanıştık. Bu stresli son ayda, piyanoyla kapalı bir odada, kimse beni görmezken tanışmak çok büyük bir terapi olmuştu. Notalarla matematiksel olarak ilerleyecek vaktim olmadığı için sadece sevdiğim parçaları çalmayı denemek için dinleyerek ve izleyerek çırpındım. Efsane bir duygu ve efsane bir deneyimdi. Asla unutamayacağım ve bir evim olduğunda kendi piyanomu alıp sıfırdan öğreneceğim.

Gelelim tüm yaz yaptığım araştırmayı ve kafa karışıklığını nasıl sonlandırdığıma. Danışmanım bizden ya bir poster sunum, ya sözlü sunum yapmamızı ya da öğrendiklerimizi yazıya dökerek derlememizi istemişti. Ben İngilizcem yetmez, işi çok iyi bilen insanların yanında bir şeyler anlatmaya hazırlanmak için yeterli vaktim yok diye derleme makale yazma işine girmiştim fakat tabii son hafta geldiğinde hala sadece başlık, abstract ve ek olarak bir giriş paragrafı bulunuyordu. Kafamda her şey netti, genel hatlarını ajandama yazmıştım ama iyi bir bilimsel dil kullanmak istediğim için tekrardan makaleleri incelemeye ve “Review nasıl yazılır?” araştırması yapmaya başlamıştım. Ayrıca TUG Gökyüzü Gözlem Şenliği‘ne gideceğim için programdan 3 gün erken ayrılacaktım, bu yüzden son bir haftam değil 4 günüm kalmıştı yaptığım işi teslim etmek için.

Son Cuma günümde Meltem, Barış ve Arda ile oturuyorken bana “Sunum yapmak ister misin?” dediler. Dehşet verici bir soruydu ama nasıl olduysa beni ikna ettiler! 🙁 En sonunda, hafta sonu kendimi sunum hazırlarken buldum. Sunumu yapıp, derlememi de programdan ayrıldıktan sonra hocama mail olarak gönderecektim. Son anda verdiğim kararlarım ve son gecede hazırladığım sunumlarım artık hayatımın bir parçası oldu malum. Sunuma başlayana kadar inanılmaz stres yapmıştım yine… Ama farklı bir şey oldu ve ilk defa, son gecede hazırladığım bir sunum gerçekten içime sindi. Kendimi inanılmaz hazır hissettim. Muhtemelen bunun sebebi anlatacağım şeye aylardır çalışıyor olmamdı.

Salı günü sunumu yaptım. Dinleyenler ben gibi araştırma programı öğrencileriydi. Düşündüğüm gibi gerçekten ilk kez stres yapmadan, gerilmeden, takılmadan, rahat bir şekilde sohbet eder gibi anlattım her şeyi ve finalde herkes öğrendiği şeyleri sevdiğini ve detaylı araştırmak istediğini söyledi, ben de kaynaklarımı onlarla paylaştım. Efsaneydi!

Son günümde Meltem ile ağlayarak vedalaştık. 🙁 Barış ağlamadı ama koşarak bineceğim minibüse yetişmesi fazlasıyla duygusaldı. 🙁 Arda’dan söz etmiyorum çünkü sabah erkenden kampüs dışına çıkmıştı.

Bu program bana çok fazla şey kattı ama başta beklediğim gibi şeyler değil, daha fazlasını. Araştırma yapmayı, konuyu doğru şekilde daraltmayı, doğru kaynaklar kullanmayı, daha fazla İngilizce, bir sürü zeki liseli öğrenci ile tanışıp lise çağında edindikleri başarıların verdiği ilham, güzel ve eğlenceli arkadaşlıklar, piyano çalmak, çok değerli fizikçilerle çalışmak, teleskop gözlemleri ve biiiir sürü güzel şey. 2 ay çok uzun bir süre ve o güzel ortama alışmak sonrası için zor oldu çünkü her şeyi çok özledim.


Sertifikamı aldıktan sonra akşam Antalya’ya, başka heyecan verici bir yer olan TUG’a doğru yola çıktım. TUG benim favori yerlerimden biri, buradan her ayrılışımda bir sonraki gelişimi beklemeye koyuluyorum…

Yakında TUG’un da nasıl geçtiğini yazmayı düşünüyorum. Okuduğunuz için teşekkürler, sorularınız varsa bana ulaşabilir veya yorum kısmına yazabilirsiniz, başvurmayı düşünenlere veya gidenlere yardımcı olabilirim.

Hoşçakalın!

Koç University Summer Research Program – KUSRP Nedir?

Herkese merhaba,

Bir önceki yazımda bu yaz için kabul aldığım bir yaz araştırma programından söz etmiştim. Şu an Koç Üniversitesi’ndeyim ve bu programın 3. haftasını geride bıraktık. Bu esnada Instagram’da paylaştığım bazı fotoğraflara “Nedir bu program?” diye yanıtlar ve mesajlar gelince araştırma programından arkadaşım Arda ve program mentorlarından Barış ile bir Instagram canlı yayını yaptık. Sadece canımız sıkıldığı için yaptığımız yayını 150 kişi izleyip sorular yöneltince, sorular da hoşumuza gidip çok güzel bir sohbeti başlatınca çok mutlu olduk. Yayın sonrasında da farklı konular ile yayınların devamının gelmesini isteyen kişilerden mesajlar alınca yaptığımız şeyin verimli geçtiğinden emin olduk. Çok fazla liseli ve üniversiteli arkadaşım bu programın detaylarını ve burada neler yaptığımızı merak ettiği için her yayında tekrar anlatmamak adına öncelikle programı tanıtan bir yazı hazırlamak istedim.

Okumaya devam et Koç University Summer Research Program – KUSRP Nedir?