Yüksek lisans başvuru dönemim

Merhaba! Beklenen yüksek lisans yazısı geldi!

(Bu yazıya Eylül ayında başladım ve Aralıka ayı sonunda bitti.)

Eylül ayına girmiş olmamıza rağmen tüm kavuruculuğu ile size nerede olduğunuzu daima hatırlatan Mardin’den, hatta bugünlük, Hindistan’a Hindistan’dan daha çok benzeyen lokasyon olan Kızıltepe’den selamlar. Uzun zamandır benden ses çıkmayınca “Ne yaptı şimdi bu kız? Bilim insanı oldu mu? Uzaya çıktı mı bari?” diye düşünenleriniz oldu biliyorum, hatta eminim çünkü direkt bana soruldu. Cevap veriyorum: henüz bir şey olmadı ama birtakım önemli değişiklikler oldu ve ben tüm bu süreçte bu değişimi mümkün kılmak için çalışıyordum. Şimdi size, bu adımların ne olduğunu ve nasıl geçtiğini anlatacağım. Özetle, yüksek lisans başvuru döneminde hayatta kaldım! (Bu yazıyı Moriarty’den Enjoy the Silence parçası eşliğinde yazıyorum. Müzik önerisi yapmadan devam edemezdim.)

Burada bir şeyler anlatmak için ya hayatımda önemli değişiklikler; ya büyük düşüşler, ya yükselişler, ya maceralar ya da gezmeler olması gerekiyor sanıyordum. Ama çok büyük düşüşler insanın elini kolunu bağlıyormuş. Tam 8 aydır yazı yazmıyorum! (Edit: ben bunu yayınlamaya karar verene kadar 1 seneden fazla olmuş.) Başlıklar atılıyor, taslaklar oluşturuluyor ama “ben bunu nasıl yazacağım şimdi?” ile sonlanıyordu. Özetle; 2021’in ilk yarısında Mardin’de tam zamanlı işime devam ederken bir yandan yüksek lisans başvurularına hazırlanıyordum.

İş çok yoğun değilken birden yoğun bir sürece dönüşmüş, yüksek lisans başvuruları için geç kalmışlık hissi kapıya dayanmış, 1 senelik gap year‘in “başarısız olursam” 1 seneden daha uzun sürme korkusu tüm zihnimi ve hatta bedenimi sarmıştı. Şubat ayı civarında, yüksek lisans başvuruları için sınav hazırlıklarına ve araştırmalara çoktan başlamış olamam gerektiğini fark edip birden gergin bir döneme girdim. Öncesinde de, yaklaşık Aralık ayından beri, henüz yüzeye çıkmayan bu kaygılar ufak tefek fiziksel rahatsızlıklarla kendini göstermeye başlamıştı.

Ocak ve Şubat

Söz konusu yüksek lisans olunca, beni tanıyan herkes ilk fırsatta yurt dışına çıkmam ve eğitimime orada devam etmem gerektiğini düşünüyordu. Ben sık dile getirmesem de, içten içe emin olduğum tek şey, yüksek lisansımı Türkiye’de yapmak istediğimdi. Bunu hiçbir zaman yüksek sesle ve kendimden emin bir şekilde dile getiremedim, çünkü sebebini sorduklarında yeterince profesyonel, vizyonlu, anlamlı ve kabul edilebilir sebepler sunamayacağımı düşünüyordum. Halbuki karşımdakilere bu şekilde görünmese de, benim için hissettiğim şey yeterince geçerli ve kabul edilebilirdi. Bunu sonradan anladım. Bana mantıklı ve doğru görünen karar herkesi ikna etmek zorunda değildi. Beni en iyi hazırlayacak sürecin bu olduğundan emindim ve bu nedenle başvurmak istediğim okulları belirlemiştim; ODTÜ, Boğaziçi, Koç, Sabancı.

Mart

Önce okulların başvuru şartlarını araştırıp hepsini not aldım. ALES, dil sınavı, referanslar, başvuru formu, niyet mektubu derken farklı farklı noktalara odaklanmam gerekecekti. Bunları organize etmek için bir Notion sayfası oluşturdum.

Mayıs ayında ALES’e girmem gerekiyordu, çünkü Mayıs’tan sonraki ALES, üniversiteye kayıt tarihlerine yetişmezdi. (Üniversitelere başvururken ALES’e henüz girmemiş olabilirsiniz, fakat kabul almanız halinde kayıt tarihine kadar sonuç belgesi vermeniz gerekir.) Bunun için 2,5 ay kadar sürem vardı. Hazırlanmaya başlamak için yeterince aceleci davranmadım ve kendimi ALES soruları çözmeye sınava 3 hafta kala başlarken buldum. Bu da doğal olarak bir paniğe sebep oldu ve umutsuzluğa kapıldım. Ayrıca sınavın puanlama sistemine de hakim değildim, kör cahil bir şekilde sınava girdim. Sınavdan önceki döneme denk gelen haftalarda artık iş, eğitim ve sosyal hayatımın belirsizlikleri, yalnızlığı, sürecin korkutuculuğu ve hiçbir senaryoya ve lokasyona ait hissedememenin yarattığı kaygı ve bu kaygının fiziksel olarak beni çok düşürmesi ile mücadele edememeye başlamıştım.

Ofiste öğlen aralarında 2-5 soru çözerek, bir soru kitabını bile bitiremeden ALES’e girecektim.

Mayıs

ALES

Boğaziçi ALES’ten 75 sayısal skoru isterken, diğerleri 65-70 puan istiyordu. Bunu hayli hayli alabileceğimi denemelerde 80 üstü almamdan ötürü hissediyordum. Fakat… Gerçek sınava girince kendimi SEBEPSİZCE Türkçe soruları çözerken bulduğumda, normalde Türkçe’ye ayırdığım süreyi çoktan aştığımı fark ettiğimde içimden “işte şimdi…” dedim. Hala neden Türkçe çözdüğümü merak ediyorum, çünkü sayısal puanıma hiçbir etkisi olmadı desem yeridir. (Ben ise Türkçe’den alacağım yüksek net sayısının sayısal notuma en azından biraz fayda sağlayabileceğini sanıyordum. Hatalıymışım.) Bunu bilmiyordum çünkü sınavın puanlama sistemini bilmeden sınava girdim. Oraya ayırdığım sürede hiç okumadığım Matematik sorularının puanıma sağlayacağı katkıyı düşündükçe içim içimi yiyor. Sonuç olarak Mayıs’ta girdiğim ALES-sayısaldan 71 aldım. Bu da, Boğaziçi hariç diğer okullar için yeterliydi, ama asıl problem de tam burada başlıyordu, bunu da Haziran ayında öğrenecektim.

İlk başvuru son tarihi Boğaziçi’ne aitti ve 21 Mayıs’taydı, devamındaki başvurular ise Haziran boyunca devam ediyordu. ALES’ten çıktıktan sonra Mayıs ve Haziran ayı boyunca full time başvurular ile ilgilendim.

Notion üzerinden başvuracağım okullar, başvuru tarihleri, gerekli belgeler, puanlar gibi bilgileri tablo haline getirmiştim. Ardından mailleşeceğim hocalar için ayrı bir tablo hazırladım. Aynı sayfada transkript, motivasyon mektubu taslağım, özgeçmiş gibi dokümanlarım da ekli duruyordu. Bir köşede ise yapılacaklar listem vardı. Yüksek lisans başvurularım için Notion’da hazırladığım sayfanın dışarıdan görünüşü şu şekildeydi;

Yüksek lisans başvuru planlarımı yaptığım notion sayfam.
Referanslar

Başvurularım için geçmiş danışman hocalarımdan referans istemek üzere mailler atmaya başladım. Bir hocam beni yeterince gözlemlemediğini söyleyerek referans olmasının işime yaramayacağını söyledi örneğin… Beklentilerimin yer yer kalbimi kırdığı, yer yer beni çok şaşırtıp mutlu ettiği bir süreç oldu. Çünkü tam tersine beni daha az gözlemlemiş olduğunu sandığım bir staj hocam hakkımda çok detaylı gözlemler yaptığını ve seve seve referans yazabileceğini paylaştı. Beni en çok mahcup eden süreç, 4 yerli 1 yabancı okul için (Ek olarak California’da bir okula Data Science yüksek lisansı için başvurmuştum, fakat çok önemli değil.) her hocadan toplamda 5 farklı yere referans göndermelerini istemek oldu ama referans yazmayı kabul eden 4 hocam da o kadar destekçi, o kadar sevgi doluydu ki süreci güzelleştirip psikolojik olarak çok daha katlanılabilir bir hale getirdiler.

Bazen durup, “danışmanlar kariyerlerinin başındaki öğrencileri için ne kadar kıymetli ve kilit bir pozisyonda olduklarının farkındalar mı acaba?” diye düşünüyorum. Her hafta gelişmeleri sormaları, ihtiyacım olan bir şey olup olmadığını sormaları beni o kadar mutlu ediyordu ki, mahcubiyetin yerini umut ve motivasyon alıyordu. Daha güçlü hissediyordum ve daha çok çalışmak istiyordum.

CV ve Motivasyon Mektubu

Referanslar dışında özgeçmişimi ve motivasyon mektuplarımı hazırlamam gerekiyordu. Motivasyon mektubu yazmak için daha önce lisans hayatım boyunca yazdığım mektupların 10 katı efor sarf etmem gerektiğini, özgeçmişimi de daha temiz ve yüksek lisans öğrencisi adayına yakışır hale getirmem gerektiğini biliyordum. Bu kısım, şüphesiz, en zevk aldığım kısımdı.

Garip bir şekilde sürekli motivasyon mektubu ve özgeçmiş hazırlamam gerekse hiç şikayet etmeden zevkle, eğlene eğlene hazırlarım. Ne kadar güçlü başvuru öğeleri olduklarını biliyordum. Bu nedenle hazırlamadan önce uzun bir araştırma yaptım. Onlarca video izledim, konferanslar dinledim ve aldığım notlar doğrultusunda bir yüksek lisans öğrenci adayının nasıl bir motivasyon mektubu yazması gerektiği, nasıl bir düzende özgeçmiş hazırlaması gerektiği ile ilgili taslaklar çıkardım. Ardından 2-3 gün içinde bir metin çıkarıp, okutabildiğim kadar insana okuttum. Bu insanlar arasında mentörlerim, arkadaşlarım, hatta iş arkadaşlarım, hocalarım vardı. Dil bilgisinden organizasyonuna, kelime seçiminden parlatılacak ve bastırılacak noktalara kadar birçok geri dönüş aldım. Ardından tüm bunları temize çekip en içime sinen haliyle bir motivasyon mektubu hazırladım. Bu motivasyon mektubunu başvuracağım okullar ve o okulda niyetlediğim eğitim amaçlarım için özelleştirdim. Bence finalde çok sevimli bir motivasyon mektubum oldu. Sıkıldıkça okuyorum.

Motivasyon mektubu yazmak için sahip olduğum motivasyonun yüksek lisans yapmak için sahip olduğum motivasyondan fazla olma ihtimali var.

Başvuruları Göndermeye Hazırım!!

Başvuruları sınav skorlarınız gelmeden de gönderebiliyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Başvuru değerlendirilirken dil sınavına ve gerekirse tekrar ALES’e girecektim.

İlk gönderdiğim başvuru, Boğaziçi Üniversitesi’nin başvurusu oldu. Niyeyse, kabul alma ihtimalimin çok düşük olduğunu hissettiğim için ve başvuru sisteminde aldığım bir uyarı yüzünden çok aceleyle ve diğerleri kadar özenmeden yaptığım bir başvuru oldu. Örneğin, normalde 4 referans hocam varken Boğaziçi’ne 2 referans verdim. Çünkü hocaları çok darladığımı, çok şey istediğimi hissettim (bunu siz yapmayın). Bu nedenle referansı hali hazırda yazmış olan 2 hocamın ismini verdim ve onlar da sisteme girerek referanslarını yükledi. Motivasyon mektubum hazırdı ama bence bu başvuru daha iyisini hak ederdi.

Başvuru ücretini yatırdıktan sonra sistemde gördüğüm bir uyarı ile normal deadline’dan 3 gün önce başvuruyu göndermem gerektiğini öğrendim, çünkü en geç deadline’a kadar ücretin yatıp yatmadığı ile ilgili teyit almam gerekiyormuş ve bu da 2 gün sürebiliyormuş. Bu nedenle, normalde daha 3 günüm varken, o gün içinde başvuruyu göndermem gerekti ve hızlıca dokümanları kontrol edip çok korkarak başvuruyu tamamladım. Hatta o kadar aceleye geldi ki, acaba Koç için yazdığım mektubu mu yükledim, diye sonradan başvurumu en az 10 kere kontrol etmem gerekti. Çünkü bu da mümkündü. Bir de, ALES skorum zaten kabul almak için yetersizdi. Eğer kabul alırsam, kayıt tarihine kadar tekrar ALES’e girmem gerekirdi ki o tarihe kadar başka ALES olmayacaktı. Yani yüksek ihtimalle kabul almam, kabul alsam da zaten kayıt olamam, diye düşünüyordum.

Haziran

Boğaziçi’nin ardından Sabancı Üniversitesi’ne göndereceğim başvuruyu hazırladım. Sabancı’da bir hoca ile daha önce staj için görüşmüştüm ve stajyer kontenjanını doldurduğunu söylemişti. Daha sonra yüksek lisans için yazdığımda ise yeni bir proje yazdığını ve bu projenin ilgi alanlarıma uyabileceğini (Evrimsel Genomik, en çok istediğim konulardan biriydi.), başvurumu yaptıktan sonra görüşebileceğimizi söylemişti. Bu nedenle Sabancı’ya yönelik bir umudum vardı, bu da başvuruya ekstra özen göstermemi sağladı. Sabancı’nın ALES gerekliliği minimum 65 puandı. Bu da tekrar ALES’e girmemi gerektirmeyecek bir puandı. Sadece dil sınavına girecektim, ki zaten TOEFL’a girecektim. (Aha! Bir umut.)

Ardından California, ABD’deki bir üniversiteye, Claremont Graduate University’ye Data Science Master programı için başvuru gönderdim. Gitmeyi düşünmesem de, olur da TR’den kabul almaz da buradan kabul alırsam gitmeyi düşünebilirdim. Bunu takiben Koç Üniversitesi’ne de başvuru gönderdim. Bence yazdığım en iyi motivasyon mektubunu Koç’a yazmıştım fakat kendilerinin kabul sistemi çok ama çok garip olduğu için %99 ihtimalle okumadılar bile.

Son olarak, en çok istediğim okullar sıralamamda ilk 2’de sürekli yer değiştiren ODTÜ’ye başvurumu 25 Haziran’da gönderdim. ODTÜ’de çalışmak isteyeceğim hocaların biri master öğrencisi aramadığını, diğeri artık hiç yeni öğrenci almayacağını söylemişti, diğeri ise maillerime yanıt vermemişti (çalışma konusu en çok ilgimi çeken hocaydı, proteinlerin yapısal biyolojisini çalışıyordu ve konusuna olan ilgimi ifade eden 4 paragraflık mail yazmıştım…). Fakat yine de başvurumu gönderdim. Hem ALES skorum yeterliydi, hem bir dönem öncesinde ODTÜ’de staj yapmıştım, hem de Ocak ayında ODTÜ’nün İngilizce Yeterlilik sınavına girip 82 almıştım; bu başvuru için tüm şartları ve dokümanları sağlamıştım.

Tüm Başvurulardan Sonra…

Tüm başvurularımı tamamladığımda üstümden bir yük kalkması gerekirken bilinmezliğin yarattığı kaygının içinde buldum kendimi. Yakın zamanda bir dil sınavına girmeliydim, ODTÜ dışındaki okullara dil puanı sunmam gerekecekti. Bunun için TOEFL’a girmeye karar vermiştim ama TOEFL’ın 155 dolar olması biraz tat kaçırıcı bir durumdu ve sınava hazırlanmak da istediğim için sınava girmeyi Haziran’a kadar ertelemiştim.

Bu süreçte insan “ya hiçbiri olmazsa” düşüncesinden de kurtulamıyor elbette. Lisans öğrencisiyken bu günleri düşündüğümde “muhakkak bir yer olur” diye düşünüyordum fakat o günün aslında tam olarak bugün olduğunu idrak etmek çok zaman alıyormuş.

Zaman çok hızlı geçiyor ve lisans hayatınızda hayalini kurduğunuz şeyler için aksiyona geçmeniz gereken anın tam olarak içinde bulunduğunuz gün olduğunu anlamanız zor olabiliyor. Çünkü bizim için büyük olan idealler hep gelecek planları ve hedefleri gibi görünür, onların bugünde olması onları “ideal” olmaktan çıkarır gibi durur, bu da bizi ve zaman algımızı yanıltır. Arada bir, “gelecekte yaşamak istediğim hayat için harekete geçmem gereken an şu an mı, yoksa hala zaman var mı?” diye düşünmek ve objektif olarak yanıt aramak gerekir diye düşünüyorum. Bunu yapsaydım, birçok hocamın ısrarla söylediği gibi lisans eğitimimin 3. senesinde TOEFL’a girer, son senesinde ise ALES’e hafiften çalışmaya başlar, erken de olsa sınava girer ve aradan çıkarırdım.

Bilim Sınavları

Mayıs sonunda Boğaziçi’nden Bilim Sınavı için bir mail almıştım. Başvuran adaylar olarak 8 Haziran’da gerçekleşecek olan bilim sınavına girmemiz gerekecekti. Sanırım Boğaziçi başvurusunun benim açımdan en zor olan noktası bu oldu, çünkü bilim sınavı gerçekten kapsamlı ve uzun bir sınav. Örnek sınavları 2-3 sene öncesinden çıkarmıştım (Boğaziçi MBG web sitesinden bulabilirsiniz) ve bu soru tiplerine göre çalışmayı öğrenmeye çalışıyordum. Sınav öncesinde aynı sınava giren arkadaşlarımın önerilerini de aldım ve bana Molecular Biology of the Cell kitabını tekrarlamamı önerdiler. Kitabın ne kadar kapsamlı olduğunu lisans eğitiminden hatırlayanlar, bu noktada çok gerilmemin sebebini anlayacaktır. Yine de hikayeleştirerek öğrenme noktasında iyi olduğumu düşündüğümden, vakit bulabildiğim kadarıyla okuduklarımı bir olay örgüsü halinde algılamaya ve süreci kolaylaştırmaya çalıştım.

Sınav günü sınava 75’e yakın kişi girdi. Ben sınava girmek için işten izin alıp ofisteki odamdan girdim ve bu biraz konforsuz oldu. Birileri girer ve sınavım iptal olur diye çok korktum. Ayrıca sınav çok uzun sürdü. Neyse ki daha fazla bir şey yazamayacağımı anlayıp sınavımı bitirdim ve ayrıldım. Hızlı sonuç almayı çok seviyorum, bu nedenle mülakata girmeye hak kazandığımı aynı günün akşamında gelen maille öğrenmek beni çok ama çok mutlu etmişti. Tek sorun şu ki mülakat ertesi sabahtı. Hala Boğaziçi’ne başlamamın uzak bir ihtimal olduğunu düşündüğümden çok panik değildim. Ertesi sabah işe beyaz bir gömlek giyerek gittim ve saatin 14:00 olmasını bekledim.

Mülakat!

Mülakat için gönderilen zoom linkine belirlenen zamandan 5 dakika önce girdim. Benim sıram gelince içeri aldılar. Bölümdeki hocaların hepsi oradaydı galiba… Ya da birkaç kişi eksikti. 8-9 hoca vardı diye hatırlıyorum. 4 hocanın kamerası açıktı.

Mülakatım çok ama çok güzel geçti; genelde kendimi ve bu alanda bugüne kadar yaptığım şeyleri anlatmamı istediler. CV’nizi ve motivasyon mektubunuzu sizin ağzınızdan dinlemek istiyorlar bir bakıma. Fakat her öğrenciye 15 dakika ayırıldığı için az öz, sakin, özgüvenli olmalısınız ve İngilizce konuşurken dinlemeyi ve anlamayı kolaylaştıracak kadar akıcı olmalısınız. Benim mülakatım 25 dakikaya yakın sürdü, yine de. Hatırladıkça utandığım anlar var tabii, sıkıştığım anlar da; fakat amaç da bu. Kritik sorular sorarak nasıl tepkiler ve yanıtlar vereceğiniz ölçülmeye çalışılıyor. Mülakatıma dair bana yöneltilen en sağlam sorulardan biri “dünkü sınavda çözemediğin soruyu gece araştırdın mı?” oldu, bana göre. Bence çok güzel bir soruydu, fakat sorunun cevabına bakmamıştım çünkü mülakatta sınava dair bir soru gelme ihtimalini düşünmemiştim. Daha önce hiç mülakata girmemiştim. Sınavda çözemediğim sorulara dönüp bakacaktım, fakat mülakat öncesi bunu yapmak aklıma gelen son şey olabilirdi.

9 Haziran’daki mülakattan sonra uzun bir bekleyiş başladı.

Mülakatta da bana yöneltildiği üzere ALES puanım yetersizdi, ben de mülakatta “GRE’ye, girebilirim (GRE: ALES’in Amerikan ve İngilizce hali gibi olan uluslararası bir sınav)” demiştim. Normalde GRE çok korkunç bir seçenektir, matematiğin ve kompleks problemlerin İngilizce halini sindirmek çok zaman alır, daha Türkçe’sini çözemiyoruz derken… Gerçekten kabul alırsam kayıt olabilmem için tek çare GRE’ye girmek, daha kötüsü GRE’den yeterli puanı almaktı. İlkini yapmak zor (255 dolar :)) ikincisini yapmak bir tık daha zordu. Ha bir de henüz dil sınavı skorum yoktu, TOEFL için randevu almam gerekiyordu. Dolarlar… çok fazla dolar…

TOEFL için 10 Temmuz’a randevu aldım.

Takip eden haftalarda Sabancı’nın da bilim sınavına girdim. 100 üzerinden 70 aldım.

Derken… bir gün… günlerden 22 Haziran… daha ODTÜ başvurusunu da göndermemiştim…. çalıştığım kurumla bir eğitim için Mersin’e varmışken… ve otel odasına yerleşirken… bir mail aldım… Konu kısmında şu yazıyordu;

Welcome to Boğaziçi University, Molecular Biology and Genetics, Master of Science (MSc) Program!

O an ne yaşadığımı burada nasıl tarif ederim diye 3 gün düşündüm, ama özetle ilk kez büyük bir duygu şelalesinin neye benzediğini deneyimledim diyebilirim. Gülmek ve ağlamak arasında, odada tek başıma koşmaya başladım, odadan çıkıp koridorda iş arkadaşlarımdan herhangi birine denk gelmeyi denedim, sarılmak için. Babamı aradım önce, ulaşamadım, annemi aradım ulaşamadım, abimi aradım, aynı. Korkmaya başladım? Koordinatörümü aradım. Alt kattaydı. İnip kocaman sarıldım. Ne kadar istediğimi ve ne kadar çabaladığımı bilen birine sarılmaya ihtiyacım varmış. İyi geldi. Sonra babam aradı… öyle işte.

1 saat kesintisiz ağlamış olabilirim, ama hiç gerçekçi gelmedi yaşadığım şey. Sonra sahile indim, denize girdim, biraz da orada ağladım. Her neyse.

TOEFL Macerası

Kabulden sonra ODTÜ’nün başvurusunu gönderdim. ODTÜ’den kabul alacağıma dair umudum artmıştı, hem bayağı iyi olurdu çünkü olur da GRE’yi geçemezsem ODTÜ’ye gidebilirdim diye düşündüm. GRE’yi geçersem de Boğaziçi ve ODTÜ gibi iki büyük seçeneğim olurdu ve ne yapacağımı o zaman düşünürdük.

25 Haziran’a aldığım TOEFL randevusu COVID nedeniyle iptal edilmişti, yeni bir tarih seçmem beklenirken tarih seçme süresini kaçırdım, tekrar mı ödeme yapmam gerekecek diye kalp krizleri geçirirken make-up test (telafi gibi?) için tarih seçme şansım olduğunu gördüm, make-up’ın normal sınav skorumdan farksız olacağını görmüş ve İNANILMAZ derecede rahatlamıştım (sırf yeni tarih seçme süresini kaçırdım diye tekrar 155 dolar verdiğimi düşünsenize?). Bu ve benzeri kalp krizleri ile geçen başvuru dönemi ardından 10 Temmuz’da ODTÜ Yabancı Diller Yüksekokulu’nda girmek üzere TOEFL randevusu almıştım. ODTÜ’ye gideceğim için çok mutluydum. Sınav için gitmiş olsam da kampüste arkadaşlarımla harika 2 gün geçirdim.

TOEFL Sınavım aşırı güzel geçmese de beklediğimden güzel geçmişti. TOEFL’a nasıl hazırlandığımı ve önerilerimi içeren bir yazı yazacağım. Sonuç olarak TOEFL’dan 120 üzerinden 103 aldım. Konuşma, Yazma, Dinleme ve Okuma bölümlerinin hepsinden Advanced seviyede skorlar aldım! Sınav çok zevkli geçti benim için. Param olsaydı iki ayda bir TOEFL’a girerdim.

Sonra ODTÜ’den red aldığımı öğrendim. Sonra Koç’tan. Sonra Sabancı’dan.

Çok ama çok üzüldüm. Üstelik mülakata bile alınmadan red aldım.

Sonra üzülmek için vaktim olmadığını hatırladım.

GRE çalışmam ve Boğaziçi’nin kayıt tarihine kadar sınava girmiş, yeterli skoru ve sonuç belgesini almış olmam gerekiyordu. ODTÜ’den ve Sabancı’dan red aldığım için GRE’yi geçemezsem resmen yüksek lisansa başlayamayacaktım. Bunun ne kadar korkunç olduğunu hissettim.

GRE çalışırken zorlansam da, kendime başka seçenek vermeme taktiği ile her gün biraz daha üzerine gittim. Bu taktik ile başaramadığım şey olmadı henüz hayatımda.

GRE Macerası ve Biraz Daha Dolar

GRE’nin en zor tarafı ilkokuldan üniversiteye kadar bize yöneltilen sorulara göre farklı bir soru sorma şekli olmasıydı. Önce buna alışmak gerekiyordu, çünkü geri kalan şey sadece standart matematik, geometri ve problemlerden oluşuyor. Ha bir de, tüm bu sayısal konuların İngilizce olarak öğrenilmesinden… Birçok temel matematiksel terimin bile İngilizcesini bilmiyordum. Sonuçların kayıt tarihine yetişmesi için 1,5 aylık bir sürem vardı. “Planlı ve panik” çalışma stilimle GRE’ye hazırlandım. 255 dolar ödediğim sınava 28 Ağustos’ta girdim.

Çok ama çok gergindim. Çünkü sınavı bitirir bitirmez sayısal mantık kısımda aldığınız skoru hemen ekranda görüyorsunuz. Sözel kısım sonradan açıklanıyor (bana sayısal puan lazımdı, ALES’te yaptığım hatadan sonra akıllanarak boş yere sözel test çözmedim). GRE’ye nasıl hazırlandığımı anlattığım bir yazı da yazacağım bu arada, çünkü sınavın kendisine dair çok şey öğrendim ve paylaşırsam birilerinin işine yarayabilir.

GRE’yi bilmeyenler için; 2 sayısal mantık ve 2 sözel mantık kısmından ve 1 ek kısımdan oluşuyor. Ek kısım ya sayısal ya sözel mantık oluyor, ama buradan aldığınız skor total skorunuza eklenmiyor, hatta hiç sayılmıyor. Buna research section (rs) deniyor ve size sözel ya da sayısal olarak gelmesi tamamen şans eseri. Sınav esnasında hangi kısmın rs olduğunu bilmediğiniz için tüm kısımları puan alacakmışçasına çözmeniz gerekiyor. Sadece rs’inizin sayısaldan mı yoksa sözelden mi geldiğinizi ilk andan anlayabiliyorsunuz (Çünkü sınav bir sayısal bir sözel bölüm arka arkaya gelecek şekilde ilerliyor ve ilk çıkan section sayısal ise, tebrikler, rs’iniz sayısaldan gelmiş demektir.). Aşırı aşırı şanslı biri olduğum için sınavı açar açmaz ilk section sayısaldan geldi ve bu da demek oluyor ki ben fazladan 1 sayısal kısım daha çözdüm mecburen. Sınavım 3 saatten fazla sürdü.

Sınava kendi evimden, odamdan girdim. Sınav boyunca çok hızlıydım, her section’da 3-4 dakika sürem artıyordu. Sonlara yaklaşınca bu sene hayatımın gidişatına karar verecek o skoru birazdan ekranda görecek olduğumu bilmek ateşimi yükseltti, ellerimi titretmeye başladı. Korkumdan ötürü son kısımda zamanı bolca kullandım. Geçemezsem yüksek lisansa başlayamayacaktım, üstelik çok ama çok yakınken, kabul almışken, bu puan dışındaki tüm gereklilikleri yerine getirmişken, kendimi buna hazırlamışken…

Son soruyu da çözüp bitirdim. Beni sınav boyunca izleyen ablaya sınavı bitirdiğimi söyledim. “Submit“e bastım. Ekranda puanımı gördüm. Geçmiştim.

Gözlemci abla beni prosedürlerle oyalarken aklımdan binbir türlü şey geçiyordu. “Tam şu an bir yüksek lisans öğrencisi oldum, Boğaziçili oldum, İstanbul’a gidiyorum, odadan çıkıp anneme ve babama söylemek istiyorum” falan diye düşünüyordum. O günden itibaren çok hafiflediğimi düşünmüş olabilirsiniz ama bu hayatları hepimiz yaşıyoruz ve biliyoruz ki, bir stresin bitmesi daha büyük bir stresin gelecek olmasına işarettir.

İstifa ettim, ailemle vakit geçirdim, hazırlandım, iki arkadaşımla ev tuttum, İstanbul’a geldim. İşte bu da böyle bitti.

Bugün

Şu anda 17 Aralık’tayız. Yazıyı yazmaya başladığımda günlerden 17 Eylül’dü ve Boğaziçi’ne kayıt olduğum gündü. Bugün ise ikinci “Advanced Genetics” sınavıma girdim, 83 almışım. Hocalar ilk dönem yüksek lisans derslerini geçmenin çok zor olduğunu söylemişlerdi, özellikle lisansını Boğaziçi’nde okumayan öğrenciler için. Şu an so far so good. Ayrıca son rotasyon laboratuvarımdayım. Henüz danışmanımla eşleşmedik. Bunları da mı anlatsam bir ara? Belki dönem bitince, tekrar Mardin’e, bu yazıdaki her şeyi yaşadığım odaya dönünce ilk dönemimin nasıl geçtiğini anlatabilirim.

Önümüzdeki aylarda Türkiye’de yüksek lisans başvuru hazırlıklarına başlayacak olan herkese bol şans. Her okulun farklı bir kabul ve değerlendirme tarzı olduğunu akılda tutarak, en çok istediğiniz okulu iyi araştırıp bağlantılar kurarak doğru yolu izlediğinizden emin olmanızı öneririm. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla bazı okullara kabul alan kişiler diğer adaylardan çok daha iyi oldukları için değil, başvuru esnasında izledikleri yolla öne çıktıkları için havuzdan sıyrılıyor ve değerlendirmeye alınıyor. (Örneğin Koç ve Sabancı için bu geçerli, muhtemelen Koç’taki başvurum hiç okunmadı bile.) Bu nedenle hedeflediğiniz okula göre farklı stratejiler izlemeniz gerektiğini unutmayın. Ve işleri son haftalara bırakmayın!!!

Bol şans!!

Yayınlayan

Berfin Dağ

"Evren kadar atomdan oluşan ve evrende bir atom kadar olanım." Berfin Dağ tarafından yazılmış tüm yazıları görüntüle

2 thoughts on “Yüksek lisans başvuru dönemim”

  1. Bu süreci bizlerle paylaştığın için teşekkür ederiz.

    Okurken heyecanını ve üzüntünü hissettim resmen.

    Mailine dönmeyen hocaya uyuz oldum.

    Şu kısmı okuyunca “Sonra sahile indim, denize girdim, biraz da orada ağladım” biraz güldüm biraz üzüldüm 😀

    Akademik kariyerinde yeni başarılar elde etmeni diliyorum, yeni yazılarını dört gözle bekliyoruz.

    1. Çok teşekkür ederim, gerçekten çalkantılı ve inişli çıkışlı bir süreçti ama şu an buna değdiğini görüyorum, çok mutluyum bulunduğum yerde edindiğim deneyimlerle… Aktarabilmiş olduğum için mutlu oldum. Vakit buldukça paylaşmaya devam edeceğim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir