Herkese merhaba,

Bugün 19 Kasım Pazartesi. Geride bıraktığımız Cumartesi günü, ev arkadaşım Chini ile birlikte Valencia’yı gezmeye gittik. Pazar gecesi ise geri döndük. Bugün bu gezimizden öğrendiklerimizi paylaşmak istiyorum.

Öncelikle biz geziyi Cuma-Cumartesi olarak planlamıştık çünkü Pazar günü açık bir yer bulmak imkansız; müzeler, tarihi pazarlar, botanik gezisi gibi şeyleri göremeyecektik. Fakat daha sonra Chini’nin Cuma günü dersi çıkınca bu harika planı bir gün kaydırarak Cumartesi-Pazar yaptık. Planlarımız hala harikaydı, Pazar gününden çok etkilenmeyecek şekilde planlamıştık. Bir de yağmur yağacağını duymuştuk biraz, o nedenle montlarımızla yola çıktık.

Murcia-Valencia arası normalde 3 saatlik yol, fakat bindiğiniz otobüsün rotasına bağlı olarak 5 saate çıkabiliyor. Biz 3 saatlik gidiş-dönüş bileti almıştık ki gidişimizin 5 saat sürdüğünü fark edince 3 saatlik bilet aldığımızı “sandığımızı” anladık. Bundan sonra dikkat etmemiz gereken 1. madde bu.

Vardığımızda direkt olarak Airbnb’den kiraladığımız odaya gittik ve yerleştik. Oda geniş ve iki kişilikti, tek sorun ısıtması yoktu. Bu da bundan sonra dikkat edilmesi gereken 2. madde. Ayrıca konumu merkezi diye kiralamıştık ama merkezi hiç gezmedik. Hep tarihi yerlere gidince ev-gezi arası hep yarım saatlik bir yürüme gerektirdi.

İlk gün için Free Tour Valencia’dan Emblematics turu, ikinci günün sabahı için ise Essentials turuna rezervasyon yapmıştık. İlk günün turu iptal olunca kendimiz Oldtown’a yürümeye ve gezmeye karar verdik. Oldtown, merkezden biraz farklı olarak tarihi mekanların, katedral ve bazilikanın, ana meydanların ve bazı müzelerin olduğu yer. Ayrıca yerel tatları tatmak için de ideal, sadece öğrenciler için az biraz pahalı. Buna rağmen iki kişi bir paella’yı ve içecekle birlikte 10 Euro’ya yiyebilirsiniz. Bunun dışında tapas mekanları normalden bayağı pahalı. Ben yine de dayanamayıp bir patatas bravas gömdüm tabii, çok da efsaneydi.

Yolda yürürken en son İspanya’ya geldiğim ilk günde trende gördüğüm kendi kendine konuşan aşırı süslenmiş ve tarihi geçmiş ruj kokan ablalardan bir tanesine daha denk geldim. Yine kendi kendine konuşuyordu ve bizi görünce gelip bizle 40 tane fotoğraf çekmek istedi, çekmek istediğimiz tüm fotoğrafların içine girdi. En son peşimizi bırakmayacağını anladığımızda kaçtık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Oldtown’a gidince ilk vardığımız yer, şehrin en önemli 3 meydanından biri olan “Plaza de la Virgen” oldu. Bu meydanın etrafında Valencia’nın en önemli 3 yapısı yer alıyor Cathedral de Valencia(Cathedral of Santa Maria), Basilica de la Virgen de los Desamparados (bundan çok etkilenmiştim) ve Palace of the Generalitat. Bu meydanın etrafı aynı zamanda yeme-içme için ideal mekanlarla çevrili. Bu meydanı ilk önce Romalılar sahiplenmiş, hatta meydanın zemininin altında Romalı askerler yatıyormuş. Daha sonra ise Müslümanlar. Müslümanlar burada yaşarken bu meydanda birçok İslami yapı inşa etmiş; camiler ve medreseler.

Daha sonra ise Katolikler gelmiş ve şehre hakim olmuş, Müslümanları ise kovmak yerine çalıştırmışlar. Önemli meydanlardaki tüm İslami yapıları yıktırıp Katolik binalar inşa ettirmişler. Bu inşaatlarda çalışan müslümanlar, renklere ve dokulara çok hafif İslami hava katmış. Bu nedenle çok etkileyici bir meydan. Ayrıca Valencia’nın tarımında da Müslümanların çok önemli rolü olmuş. Müslümanlar ayrıca bu tarlalarda çalıştırılmış ve en önemli 8 sulama kanalını inşa etmişler. Bu nedenle Plaza de la Virgen meydanının tam ortasındaki bir Yunan tanrıçasına benzeyen heykelin etrafında 8 kadın heykeli, ellerinde su testileriyle duruyor. Ortasında ise başka büyük bir heykel var, bu heykeldeki adam da elinde şehrin sembolü olan bir deste çiçek ve sebzeyi tutuyor.

Bazilika’dan neden çok etkilendiğimi anlatayım; Katoliklerin inandığı azizlerden biri, Virgen de los Desamparados’muş. Desamparados, İngilizce anlamına yakın olarak (Desperate), “umutsuz” demek. Yani bu aziz, umutsuzlara aitmiş. Sebebi; Valencia bölgesinde tarihte büyük bir salgın olmuş insanlar hayatını kaybederken sokakların ölü insanlarla dolduğu bir dönemde, önce bir hastane inşa edilmiş. Hastanelerde insanlar hayatını kaybetmeye devam etmiş, bir çare bulunamamış. Hayatını kaybeden zenginler gömülürken, yoksul insanları gömecek paraları olmadığı için toplayıp ortak bir çukura koymuşlar ve bu çukurun olduğu meydanın başına da Virgen de los Desamparados heykelini uzanmış bir vaziyette, başının altında yastıkla ve bir kolunda bebek İsa ile yerleştirmişler. Çünkü o umutsuzların yanındaymış. Hastane bu salgına çare bulamayınca insanlar Desamparados’a yalvarmaya ve dua etmeye başlamış. Bu dualardan sonra salgın durmuş! Herkes bunun mucize olduğuna inandığı için Desamparados o meydandan alınıp onun için inşa edilen bazilikaya dik bir şekilde konularak altınlarla süslenmiş. Heykelin etrafı tamamen gerçek altınlarla kaplıydı.

Meydanın yükseltisi çevreden daha fazla olduğu için (altına gömülen askerlerden dolayı), Valencia’da tarihte gerçekleşen büyük selde bu meydan dışında her yer su altında kalmış. Bu da insanların mucizeye daha çok inanmasına neden olmuş. Bunları, ikinci günümüzde yaptığımız “Essentials” turunda öğrendim. İlk gün öğrendiklerim bu kadar ilgi çekici değildi. İlk gün sürpriz bir şekilde Street Art turuna dahil olduk.

İlk gün meydana varıp gezdikten sonra yarın katılacağımız turu düzenleyen insanları gördük ve hemen yanlarına gittik. O gün akşamında sokak sanatları turu olduğunu öğrendik ve rezervasyonumuz olmasa da katıldık. O esnada herkes kendini tanıtırken orada 5 Türk olduğunu öğrendim! 5 kişi, bir motor gösterisi-sergisi için gelmiş olan Ford Türkiye çalışanlarıydı. Tur başladığında rehberimiz gönüllü yardımcı isteyince direkt gönüllü oldum, aşırı eğlenceli bir tur oldu ve çok başarılı çizimler gördük. Ayrıca sokak sanatı hakkında da çok şey öğrendik.

Mesela ben sokaktaki çizimlere çok dikkat eden, seven bir insan değilim. Tabii ki sokakların donuk görüntüsünden daha estetik olabiliyorlar bazen, fakat bunun altında yatan ve Valencia’daki El Carmen bölgesine ait olan bir hikaye beni çok etkiledi. Rehberimizin anlattığına göre; El Carmen bölgesi bir zamanlar var olan kirli, özensiz ve bağımlılıkları olan insanların kirli pazarlıklar yaptığı bir bölgeymiş. Bölgede aileler yaşamasına rağmen gitgide tekinsiz bir hal almaya başlamış. Biri bu bölgeye gideceğini söylediği zaman, hatta sadece yakınından geçtiği zaman bile hakkında çok kötü şeyler düşünülürmüş. Aileler evlatlarını şehirde en çok buradan korurmuş. Hatta rehberin de başına aynı şey gelmiş, hala şu an bile ailesine rehberlik yaptığını ve mesleği gereği bu bölgeye de geldiğini söylediğinde ailesi çok kızıyormuş…

Bölge insanları bu mahalleden göçüp terk edince, burada doğup bir süre yaşayan ve büyüyünce sanatçı olan birkaç kişi, buraya dönüp hislerini, isteklerini duvarlara aktarmışlar. Tabii şehrin diğer sokak sanatçıları da buna el atmış. Burayı tekrar güvenli ve sıcak bir yer, bir “yuva” haline getirmek için. İnsanların burada kendilerinden izler bulmalarını sağlamak için. Sanatın gerçek tanımını yerine getirmişler. Gerçekten de çizimler çok anlamlı ve derindi, benim nefret ettiğim graffitiler ile dolu değildi. Urban art ve Gerilla art dedikleri iki diğer sokak sanatı da ağırlıkla yer almıştı.

Oradan ayrılınca yemek yedik ve hem hava karardığı için, hem soğuk ve yağmurlu olduğu için eve gitmeye karar verdik. Eve çok erken dönmüştük ama o an bundan daha cazip bir şey yoktu. 9 gibi eve varıp dinlendik ve 12’de tapa yemeye niyetlenip tekrar çıkınca açık olan tek 1(bir) yer bile bulamadık! Ayrıca Valencia’daki tapa mekanlarının hiçbiri Murcia’da çok meşhur olan ve benim en çok sevdiğim tapa olan Marinera’yı bilmiyordu. Bu beni cidden üzdü ve ilk gecemizde bunu yaşamamız Murcia’yı daha çok sevmemi sağladı. Çünkü Murcia = ucuz, ne zaman istersek erişebileceğimiz lezzetli mekanlar!

Eve dönüp istediğimizi yiyip-içememiş olmanın hayal kırıklığı ile uyuduk. İkinci günün sabahı erkenden uyanıp tur için yine meydana yürüdük ama nasıl bir yürüme, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Yirmi dakika sonra montum bile su geçirmeye başladı. Kıyafetlerimiz tamamen ıslanmıştı. Vardığımızda bizden başka kimsenin tur için gelmediğini gördük. Tek akıllı bizdik ama son günümüzü önemli şeyleri öğrenmeden geçirmek istemedik ve tura başlamak istediğimizi söyledik; ıslak kıyafetlerle. Önce meydandan başladık, 3 önemli yapıyı öğrendik ve sonrasında pazar alanına gittik. Orada turu bitirmek istediğimizi söyledik…

Turu bitirdiğimiz meydan beni en çok etkileyen meydan oldu. Çünkü bu meydandan önce eski market ve banka binasına gitmiştik, orada öğrendiğimiz en çarpıcı şey borcunu ödemeyenlere uygulanan yaptırımlardı. Örneğin, tüccarlar bankaya borcunu ödemediğinde hapse kapatılır, bir ay süre içerisinde bir yakınının gelip onun için ödeme yapması beklenirmiş. Kimse gelip ödeme yapmazsa borcu olan kişi söz ettiğim meydanda idam edilirmiş. Herkesin gözü önünde, ibret olsun diye…

Ayrıca bu meydan aslında çok büyük bir çarşı. Central Market denen devasa pazar bu sokakta, ayrıca sokakta ayakkabıcılar, tamirciler de yer alıyormuş eskiden. Market hala pazar günleri hariç her gün açık ve öğrendiğimiz kadarıyla bu pazar Avrupa’daki en büyük pazar alanıymış. Kapalı olduğu için biz göremedik. Öğrendiğim bir diğer çarpıcı şey ise, çocuklarına bakamayan yoksul aileler, erkek çocuklarını bu meydana bırakıp gidermiş. Bunun sebebi; meydanda ayakkabı tamircilerinin yanında durduğu büyük bina, birçok heykelle süslü. Bu heykellerin çoğu bebek heykeli. Çocuklarını buranın önüne getiren aileler, elleri ile yukarıyı işaret ederek “Şimdi bir oyun oynayacağız” dermiş, oyunu söyleyip geri çekilirmiş. Çocuk yukarıdan bir şeyin gelip kendisine el şakası yapmasını beklerken aile ortalıktan yok olurmuş. Ayakkabı tamircileri ise çocukları yanlarına alıp çalıştırırmış. 🙁

Genel turumuz da bitince tapas yemeye gittik. Ardından yağmur tamamen kesilince, sokaklarda yürüyüp kartpostallar aldık ve son olarak görmek istediğimiz iki yere gittik. Biri tarihi bir kule olan “Torre de Santa Caterina” idi, diğeri ise büyük arena olan “Plaza de Torres”.

Kuleyi gördükten sonra Torres’e doğru yürüdük ve Torres’e varana kadar dehşete kapıldık çünkü şehrin pahalı, modern, elit tarafına gelmiştik. Büyük binalar, aşırı geniş yollar, lüks mağazalar ve marketler, süslü evler…

Çok etkilenmiştik gerçekten, derken, kaldırımda yürürken bir ara yanından geçtiğimiz bir çiftin biraz İngilizce ve biraz Türkçe konuştuğunu duydum. Birden durup onlara döndüm ve ben döndüğümde İngilizce konuşuyorlardı. Bu nedenle Türkçe kelimeleri yanlış duymuş olabileceğimi düşündüm fakat artık durmuştum ve suratıma bakıyorlardı. “Siz Türkçe mi konuşuyordunuz?” dedim. Hanım abla “Eveeet, eveet…” dedi ve birden bana sarılıp öptü. Çok elit, kültürlü ve tam da akademisyen tipli iki insandı. Anlattıklarını dinleyince akademisyen olma ihtimalleri arttı gözümde. Valencia’ya taşınmayı düşünüyorlarmış, o esnada ev bakıyorlardı. Bana okuduğum bölümü sorup alanımla ilgili spesifik sorular sorduklarında bilgili olduklarını anladım, daha sonra ise kızlarının Amerika’da sinirbilim çalıştığını öğrendim. Çok sevdim onları gerçekten, bana hep “Aferin sana!” dediler ve altın değerinde bir öğüt vereceklerini söylediler. Kulaklarımı açıp dinledim; Buradan veya Amerika’ya gittiğinde oradan bir oğlan bul ve akademik hayatını kurtar! dediler.

Gülüp geçtim şimdilik. 😀 Evet bu çok çok avantajlı bir yol ama şu an kendimi buna yakın görmüyorum, ki bana yine de memleketlim biriyle evlenecekmişim gibi geliyor gelecekte. Gerçi zaman ne gösterir bilinmez.

Onlardan ayrılıp Torres’i görmeye gittik. Gündüz gözü ile pek etkilenmemiştim açıkçası. Yanındaki bir kafeye oturup otobüs saatimizin gelmesini bekledik ve akşam çıktığımızda arenanın görünüşüne bayıldım… Kesinlikle görülmesi gereken bir nokta.

Otobüsümüz 9’daydı ve bizim işimiz 4 gibi bitmişti. Bu nedenle çok fazla oyalandık ve dinlendik. Otobüsün dönüşte de 5 saat süreceğini düşünüp uyumuştuk ki Chini’nin son anda fark edip beni uyandırmasıyla 3 saat sonunda Murcia’da olduğumuzu fark ettik. Bu otobüs biletlerini hangi kafayla aldık bilmiyorum vallahi.

Murcia’ya vardığımızda da deli gibi bir yağmur vardı. Dünya’nın bütün suyu İspanya’ya yağdı resmen bu hafta.

Ertesi sabah erkenden dersim ve akşam 9’a kadar laboratuvarım olduğu için hiç beklemeden ve duş alamadan uyudum. Bu kadar yoğun tempoya alışık de… tamam tamam alışığım.

Bu hafta zaten hep sabah 9 akşam 9 okuldaydım. Bu nedenle bu blogu labımın bittiği gün olan Perşembe günü bitiriyorum. Evet bugün Perşembe. Yarın da yayınlarım kısmetse. Lablar efsane geçti bu arada. Yorucu ama aşırı zevkli bir haftaydı.

Valencia’ya stajım için tekrar gideceğim ve 20 gün kalacağım. Görmediğim ve görmeyi çok istediğim çok yer ve çok müze var. Ayrıca staj konum beni apayrı heyecanlandırıyor. Yaşaasın! O zaman da haftalık blog yazıp labda yaptıklarımızı ve Valencia’daki günlük notlarımı paylaşmak istiyorum.

Sevgiler!

Posted by Berfin Dağ

"Evren kadar atomdan oluşan ve evrende bir atom kadar olanım."

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir