Saçlarını Taçlandır

Selamlar ey kıvırcık saçlılar ve diğerleri!

Bugün bir reklam gördüm. Dove markasının reklamıydı, saçları kıvırcık ve hacimli olan kızların saçlarını sevmeyişini anlatıyordu. Reklamı izlerken, resmen duygulandım ya, yuh. Kıvırcık saçlı kızların saçlarını genelde sevmediğini biliyoruz ama, benim durumumun biraz farklıydı. Ben saçlarımdan nefret ediyordum.

Okumaya devam et Saçlarını Taçlandır

Kitap Önerisi: Simyacı

Yazar: Paulo Coelho

En son ne zaman bir kitabı sonuna kadar soluksuz okudum, bilmiyorum. Ama sanırım, 4. sınıfta okuduğum Hırsız Kedi adlı kitaptı. Hatırladığım iyi oldu aslında, kitabı bir günde bitirmiştim ve kendimle öylesine gurur duymuştum ki sonra yaklaşık bi 3-4 yıl başka kitap okumadım.

Ergenliğime yön veren kitap.

Bu süre içinde kitap önerisi isteyen herkese “Hırsız Kedi”yi önermiştim. Düşünsenize, ortaokulun son yılındayım ve Dostoyevski’ler, Emile Zola’lar, Dan Brown’lar bitiren insanlara hırsız bir kediden söz ediyorum. Kim bilir o kedi şu an ne yapıyor.

(Bu arada internette kitabı buldum. Ne yalan söyleyeyim, her detayını hala hatırlarım ya… Böyle sürükleyici olunmaz.)

Her neyse…

En son Simyacı’nın ne kadar muhteşem bir detay olduğundan söz ediyordum.

Bu kitabı, 10. Sınıftayken Kimya dersinde öğretmenimiz önermişti, Ders esnasında kitaptan konu açıldığında şunu anlatmıştı;

Ben üniversitedeyken, bu kitabı okuyan ve okumayan insanlar arasında büyük fark vardı. Bir muhabbet esnasında insanlar sıklıkla diğerine ‘Simyacı’yı okudun mu?” diye sorar, okuduysa derin ve hoş bir sohbet açılırdı. Ben de okuduktan sonra farkettim, kitabı okumadan önce ve sonraki “ben” arasında bir fark oluşmuştu.

Öğretmenimiz, kitaptan bu şekilde söz edince, hemen elimin üzerine not almıştım ama her zamanki tembelliğimle kitabı edinmeyi unutmuştum. İki yıl sonra kitap sürekli aklıma gelmeye başladı, sürekli öğretmenimin bu kitaptan söz ettiği günü anımsamaya başlamıştım, artık bulup okuma vaktim gelmiş olmalıydı çünkü içimde bir merak duygusu uyanmıştı ve okumasam rahat edemeyecek gibi hissettim. 12. sınıfın ilk günleriydi, okul çıkışında bir kitapevine uğrayıp kitabı aldım. Ama bir türlü okuma fırsatım olmadı. Kitabı aldığım gün ve okuduğum gün arasında yaklaşık bir yıl var ve o bir yıl biraz zor geçmişti.

Tüm bunlara, şimdi bir anlam yüklüyorum.

Benden bir öneri isterseniz, “Gidin, alın ve okuyun.” derim sadece. Hiç lafı uzatmam. Ama bu şekilde kimsenin okumayacağını biliyorum, bu yüzden önce kitabın sizi cezbetmesi için uzun uzun anlatacağım.

Kitapta, gördüğü bir düş sonucu hayatının amacını arayan ve onun peşinden gitmek için büyük riskleri göze alan, Endülüslü bir çoban olan Santiago’nun yolculuğu anlatılıyor. O zamanlar hiçbir çoban, yüreğine doğan bir amaç doğrultusunda her şeyini bırakıp yolculuğa çıkmaz. Santiago, hepinize hayat amacınız uğruna neleri göze aldığınızı, neleri feda ettiğinizi sorgulatacak kadar cesur bir çoban.

Kitabın o kadar garip bir büyüsü var ki, ilk sayfaları geçince, “Ne kadar güzel ve anlam dolu cümleler bunlar!” diye düşünüp elime bir kalem ve not defteri alarak devam ettim okumaya. İşin garip kısmı, her sayfasında altını çizecek kadar önemli bir şeyler vardı. O kadar güzel derslerle dolu bir kitap ki, bir yerden sonra “Sanırım tüm kitabın altını çizeceğim.” diye düşündüm.

Kitap beni nasıl sürüklediyse, bir günde bitirdim. Bittikten sonra kitabı göğsümün üzerine bırakıp bir süre odamın tavanıyla bakıştım. Çok güzel boyamışlar.

Kitapta sürekli yüreğinizin sesini dinlemeniz üzerine öğütler veriliyor, ve hayatın karşınıza çıkardığı simgelerin gücünden söz ediliyor. Bunu fark ettikten sonra şunu anladım; 10. sınıftayken önümde kendi çizdiğim bir yol yoktu. Sıradan bir okul hayatım ve sıradan bir hedefim vardı -çizim yapmayı seven herkese önerilen şey; mimar olmak- ve bundan şikayetçi değildim. Ardından, 12. sınıfa geldiğimde hayat karşıma yeni insanlar çıkardı. Bana, hedefimi belirlerken yüreğimin sesini dinlemeyi öğrettiler ve bu son sene, hayatım için bir dönüm noktası olmuştu. Merakımın ve yüreğimin izinden gidecektim.

Bunca şeyi atlattıktan sonra, bana yüreğimin sesinin her zaman doğruyu söylediğini öğreten ve harekete geçmem için ihtiyacım olan gücü veren bu kitabı okudum. Kitap bana, hislerimi anlamayı ve yorumlamayı öğretti. 10. sınıfta kitabı okumuş olsaydım, hiçbir mesajı algılayamazdım. Bu yüzden iyi ki unutup geçmişim. Ardından, bir yol çizmek için gereken inancı bulduğum yıl, sürekli kitabı anımsar oldum.

Çizdiğim yolda ilerlemeye başlayınca, kendimi güçsüz ve çaresiz hissettiğim oldu. Vazgeçmek istediğim, geri dönmek istediğim anlar oldu. Her şeyi bırakıp evime dönmek… Ne yapmam gerektiğinin farkında olup, yapacak cesareti ve gücü bulamadığım oldu. Sonra nedense, tüm bilim kitaplarının arasından Simyacı‘yı alıp eve doğru yola çıktım. Kitapla en doğru zamanda karşılaşmıştım. İhtiyacım olan ilhamı buldum.

Çıktığım yolda şikayet etmeden, yüreğimi susturmadan, yorulunca pes etmeden, evi özleyince ağlamadan ilerlersem; bir gün hazinemi bulacağıma inanıyorum. Bu inanç, bana yürümem ve koşmam gereken yerlerde yardım edecek artık.

Sonradan öğrendiğim, ve kitaba bakışımı başlı başına değiştiren bir şeyden de söz etmek istiyorum. Paulo Coelho, bu kitabı Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde yer alan bir öyküden esinlenerek yazmış. “Aynı zamanda bir ‘Nasihatâme’; “Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?” gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak klavuzu.” yazıyor kitabın arka kapağında.

Ve bir de;

“Simyacı’yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.”

Genelde bir kitaptan veya filmden ne kadar söz edilirse edilsin, benim 10. sınıfta yaptığım gibi, unutulur gider. Ama bir yerlerde kitaptan veya filmden bir cümle, replik görünce hemen “Bu hangi film/kitap?” diye aramaya koyuluruz. O yüzden spoiler vermeden, kitaptan bir iki cümle paylaşacağım. Merakınızı artıracağına eminim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Maddi alemden manevi aleme geçişin en güzel hikayelerinden biri olan bu romanı, kimileri Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu dörtlüğü ile özetliyor;

Hararet nardadır, sacda değildir
Akıl baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen, kendinde ara,
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.

Kitabı tüm kitapçılarda bulabilirsiniz, ama ben yine de bulacağınız ilk sonucun linkini buraya bırakayım. Keyifli okumalar!

Gustav Klimt ve Hayat Ağacı

Merhabalar! Uzun bir aradan sonra biten tablo ve yazı yazmak için bulunan fırsat vesilesiyle tekrar buradayım. Bu süre içerisinde vizelerimi verdim, eve döndüm, bir haftada bir tabloyu bitirdim, okula döndüm ve finallere hazırlanmaya başladım. Bugün nihayet bitmiş olan bu tablo ve sanatçısı hakkında yazacağım. Gustav Klimt ve “The Tree of Life“, yani Hayat Ağacı.

Okumaya devam et Gustav Klimt ve Hayat Ağacı

Hedefime Nasıl Koşmalıyım?

Merhabalar arkadaşlar.

Uzun zamandır, yaptığım işleri yapmaya nasıl başladığım üzerine sorular alıyorum. “Nasıl başarılı olurum?”, “Kendimi nasıl geliştirebilirim?”, “Sen kendini nasıl geliştiriyorsun?”,”İleride X kurumunda/şirketinde X konumunda çalışmak istiyorum, nasıl ilerlemeliyim?” gibi sorular alıyorum her gün. Benim fikrimi almak isteyenleriniz oluyor. Genelde ortaokul ve lise döneminde olan arkadaşlardan mesaj alsam da genel bir yazı oluşturmaya çalıştım. Ben de, bu konuda kendi ilerlediğim yoldan bahsetmek istedim. Aslında bu, Roman Adamita ile yaptığımız röportajın devam yazısı. Bunu okuyorsanız, öncesinde röportajı okumanızı öneririm.

Okumaya devam et Hedefime Nasıl Koşmalıyım?

Umut Saçan Bir Adam; Tolga Kamil Ersöz

Size bir adamdan söz etmek istiyorum. Hayatlara dokunan, değiştiren bir adamdan.

Bu yıl, olumsuz yönde sürekli bir hareketlilik gösteren hayatıma aniden şans eseri girip, içimdeki alkolik Polyana’yı tekrar hayata bağlamış, umut dolmasını sağlamış insan, bahsedeceğim kişi. Bu hikaye sadece benim değil, yüzlerce çocuğun hayatına dokunmuş bir adamın da hikayesi. Umut temalı bir hikaye. Okumaya devam et Umut Saçan Bir Adam; Tolga Kamil Ersöz

Hasta Ananas

Geçtiğimiz yıl, Nusaybin Anadolu Lisesi’nden mezun oldum. Nusaybin, Mardin’in sınıra yakın bir ilçesidir. Bu yıl Şubat’ta, göremediğimiz dersleri telafi etmek amacıyla şehir merkezinde yurtlara yerleştirilmiştik ve telafi eğitimi görmeye başlamıştık. Yurt ortamı bildiğiniz ve düşündüğünüz gibi değildi. Mardin çok soğuktu. Odalar da 7-8 kişilikti.  Okumaya devam et Hasta Ananas