Herkese selam! Yeni akademik dönemin 3. haftasına girmiş bir şekilde hepinizi selamlıyorum; biraz geç olmuş olabilir ama olsun, buna alıştık bence. Bu yazımı, yaz tatilimi nasıl geçirdiğimi anlatmak ve yeni döneme nasıl başladığımı ve ne tür planlarımın olduğunu paylaşmak için yazıyorum. Birçok kişi (yaklaşık 5 kişi falan), yeni dönemde daha verimli çalışmak ve üretken olmak için neler yapabileceğini ve benim günlerimi nasıl planladığımı soruyor. Aslında ben de kendime dönüp, “Ne yaptın sen?” diye soruyor ve bütün sürece dışarıdan bakmak istiyorum. Bu nedenle bu yazıyı yazmak istedim.

Öncelikle, bu yaz İspanya’dan ayrıldığımda Türkiye’ye Paris aktarmalı geldiğim için tatile Paris’i görerek başladım! Efsane bir şehir ama gerçek gibi değil, bu nedenle kendimi bir şehirde geziyor gibi değil de müzede sergilenen şe

yleri izliyor gibi hissettim. Bu nedenle bana en sevdiğim şehir sorulduğunda bir süre daha Valencia diyeceğim, çünkü bir şehri güzel yapan şey kendinizi onun içinde konumlandırdıktan sonra dönüp baktığınızda güzel şeyler görebiliyor olmanızdır bence.

İstanbul’a döndüğümde çoook mutluydum! İlk günümde en çok özlediğim şeyi yedim: Simit! Yengem de bir hafta boyunca bana hep efsane yemekler hazırladı ve İstanbul’daki favori hamburger mekanıma bile gittim. Bir haftaya çok çok şey sığdırdım; Edirne’ye bile gittim! Biricik Canan Ablamı ziyaret etmek için döndükten sonraki 2. günümde Edirne’ye gittim ve harika bir ilçe olan Enez’in mis gibi doğası ve denizi ile birlikte 2 günü çok sevdiğim insanlarla geçirdim.

Bu arada çok garip bir şey daha olmuştu, İspanya’dayken çılgın arkadaşım Büşra’nın psikolojik baskıları ve ikna kabiliyeti sayesinde katıldığım ve asla derece alacağıma inanmadığım P&G tarafından düzenlenen yarışmanın Bilim & Teknoloji kategorisi kazananı olmuştum! Bunu tam olarak Türkiye’ye ayak bastığım ilk gün öğrendim. Manyak bir şey değil mi? Beni 4 gün sonra ödül törenine çağıran bir mail atmışlardı. İstanbul’a indim, Edirne’ye gittim, döner dönmez ise ödül törenine gidecektim! Bu harika bir duyguydu, tarif etmem gerçekten çok zor.

Ödül törenine hazırlanırken en çok dilediğim şey, jüri üyelerinin de törende olmasıydı. Serenay Sarıkaya, Sinan Yaman, Esra Battaloğlu… Bu isimlerin kendi kategorilerinde jüride yer aldığı bir yarışmada ödül alacak olmak hayatımın en çılgın deneyimiydi. Törene gittiğimde saydığım isimleri ve çok daha fazlasını orada buldum. Hatta kazananlar arasında ortak arkadaşlarımız olan ve tanışmasak da beni tanıyan-benim tanıdığım en az 5-6 kişi vardı ve garip bir şekilde kendimi her zaman bulunduğum bir ortamda hissettim. Serenay Sarıkaya ile tanışmak nefes kesiciydi çünkü düşünsenize… Yani düşünsenize…

Sinan Yaman ile karşılaşmamızdan söz etmesem olmaz; kendisi YGA kurucusu. Ben de 2017 YGA elemelerinde 3. aşamada yani yüz yüze mülakattan sonra elenmiştim. Kendisi yanıma gelip beni tebrik ettiğinde bana “YGA’ya başvur muhakkak.” dedi ve ben de “Başvurdum aslında, ama devam edemedim.” demiştim. Orada çok eğlenceli bir diyalog başladı ve beni eleyen kişinin kim olduğunu sorup, bir videomu çekip kendisine gönderdi. YGA’lı arkadaşım Atakan bana Sinan Abi’nin çok fazla video çektiğini ve insanların duygularını kaydettiğini söylemişti. Bir gün benim videomu çekeceğini hiç düşünmezdim. 🙂 O gün ödül töreninin sonlarına doğru arkadaşım Arda beni görmek için Nişantaşı’na kadar geldi, beni yalnız bırakmak istemeyişi beni çok duygulandırdı, seni seviyorum Arda. <3

O haftayı bütün sevdiğim arkadaşlarımla görüşüp atlattıktan sonra nihayet memleketime, Mardin’e döndüm ve ailemle derince özlem giderdim. Kendime, bu yaz Mardin’den hiç ayrılmayıp hem kendimi akademik olarak geliştirmek hem de Mardin’i daha yakından tanıma, ona bir şeyler katma ve anılar biriktirme sözü vermiştim. Yaz tatilinden yaklaşık 1 ay önce kabul aldığım araştırma programında çalışmaya başlamıştım ve günlerim çok yoğun bir şekilde bir yandan MATLAB öğrenip bir yandan çalışmamızın teorik altyapısını oluşturmakla geçiyordu. Bütün yaz tatilimin en büyük kısmı, beni hayatımda ilk kez bu kadar sınayan ve zorlayan bir işin içinde yer almanın yorgunluğu ve vicdani sorgulaması ile geçti. Ayrıca ilk kez kaygı bozukluğu yaşadığımı hissetmeye başlamıştım. Bunun detayına ve nasıl çözdüğüme değineceğim.

Bir yandan Arda Mavi ile başka bir projeye başlamıştık, projemizde o Yapay Zeka becerilerini kullanıyor ben ise bilimsel kısmını oluşturuyordum. Yaptığımız işin çok önemli olduğuna inanıyorum, bu nedenle haftanın 2 gününü Arda ile olan projeye, 3 gününü ise diğer projeye ayırıyordum. Haftanın bir günü Arda ile, bir günü de Hollanda’daki danışmanımla Skype görüşmeleri yapıyorduk, gerçi onunla hala yapıyoruz çünkü projemiz sürüyor ama Arda ile yaptığımız projeyi iki ay sürdürüp ara verme kararı aldık çünkü ikimiz de projeyi geliştirmeye yeterince vakit ayıramıyorduk ve bir süre daha ayıramayacaktık. Bu tür durumlarda bunu kabullenmek ve tüm sonuçlarını düşünerek öncelik sırasına göre bazı şeyleri bekletmek, durdurmak en sağlıklısı. Aksi halde hiçbir şeye yetişemeyip, hiçbirinden normalde alabileceğiniz verimi alamıyor ve ona yeterince katkı sağlayamıyorsunuz.

Mardin’de ikinci haftamı devirmişken Mardin Gençlik ve Kültür Evi ile tanıştım. Bu da yaz tatilimin geri kalan kısmını kaplayan şey. Gençlik Evi, Mardin’de çocuklara ve gençlere birçok sosyal faaliyet yürüten ve birçok ilke imza atan-atmaya devam eden bir oluşum. Ekiple tanıştığımda çok ısındım ve buraya ben de bir şeyler katmak istediğimi söyledim. Zaten bu yaz herhangi bir şehir değişikliği yapmama kararımın bir nedeni de kendi şehrimde bir şeyler yapmak istememdi ve bu da güzel bir başlangıçtı.

Yapabileceğim en mantıklı şey bir Astronomi Atölyesi başlatmaktı. Bu fikri ekibe sunduğumda benden daha sıcak baktılar ve daha da motive oldular, bu da benim motivasyonumu yükseltti. Genelde işlere yüksek motivasyon ile başlar, süreç içerisinde yoruldukça motivasyonumu kaybederim ama bu sefer hiç de böyle olmadı! Tüm süreci Blue Marble Space Institute of Science (yani şu anda araştırmamı bünyesinde sürdürdüğüm enstitü) web sitesinde anlattım, güzel ama İngilicce, ama anlarsınız bence. Buradan okuyabilirsiniz.

Şimdi gelelim işin en ballı kısmına, yani bir yandan beni psikolojik olarak fazlaca yoran bir projeyi tek başıma sürdürürken Gençlik Evi’nde 5 hafta süren bir atölye yürütme sorumluluğu alma kararına. Bunu yapmasaydım pişman olacağımdan adım gibi emindim, bu yaz kesinlikle Mardin’de bilimsel bir şey yürütmeliydim.

Arda ile yürüttüğümüz projeye ara verme kararı aldığımızda ben diğer projede nefes bile alamayacak kadar yoğun çalışmak zorundaydım çünkü hocamın bildiğimi sandığı ama aslında yeni yeni öğrendiğim çok şey vardı, buna kullandığımız tek program olan MATLAB incelikleri de dahildi. Gündüz vakitlerinde ailemle vakit geçirdiğim ve araya birçok şey (bayram gibi) girdiği için sadece gece herkes uyurken çalışabiliyordum. Ayrıca bu süreçte P&G’den tekrar bir haber alıp, yeni dönem şirket toplantısına davet edildim. Ayrıca bu toplantıda bizim kazandığımız yarışmaya 45 dakikalık panel süresi ayrılmıştı, bu da konuşacağımız anlamına geliyordu. Bu bir haftamı alacağından, ve atölye içeriklerini de hala hazırlamadığımdan ötürü Astronomi eğitimlerini 2-3 hafta kadar ertelemiştik.

Önce 17 Temmuz’da İstanbul’a gittim ve 3 günümü harika insanlarla geçirdim. Ortam gerçekten çok güzeldi, şirket toplantısı olduğu için bütün şirket çalışanları ile bir aradaydık. P&G Yönetim Kurulu Başkanı dahil birçok insanla tanıştım. O gün şirket dışından gelenler sadece biz değildik, ayrıca konuşmacı olarak Özgür Demirtaş da gelmişti.

Toplantı başladığında ilk olarak geride bırakılan yılda şirketin gelişimlerinden ve attığı önemli adımlardan söz edildi. Ardından şirketteki alt grupların yıl içinde yürüttüğü projeler arasında derecelendirmeler yapıldı ve ekipler ödüllendirildi. Hemen ardından ise bizim panelimiz başladı ve benimle birlikte bilim kategorisinin diğer kazananı İrfan, spor kategorisi kazananı Bengisu ve sosyal fayda kategorisi kazananı Ferhat, sahneye çıktık. Hikayelerimizi, şu anda çalıştığımız işleri ve zorlukları aşma hikayemizi anlattık. Bizi dinleyenler arasında Özgür Demirtaş da vardı. Panel bittikten sonra P&G YK Başkanı ve Özgür Hoca sahneye çıkarak bizi tebrik etti. Ardından Özgür Hocanın konuşması başladı.

Panel ve konuşmalardan sonra verilen arada, şirket çalışanlarının yanımıza gelip bizi tebrik etmesi, duygularını paylaşması efsaneydi! Çok duysal anlar yaşamıştım. :’) O gün uçağımı kaçırıp İstanbul’da fazladan bir gün kaldım ve ertesi gün Mardin’e döndüm.

Döner dönmez Astronomi atölyesi çalışmalarına başladım. Bir yandan proje ile ilgileniyor, diğer zamanlarda ders içeriklerini ve atölye faaliyetlerini planlayıp hazırlıyordum. Çoğu zaman son güne kalıyordu, hatta sunumları derslere 5-10 dakika kala bitirdiğim oluyordu ama genel olarak hem katılım, hem ilgi, hem de sonuçlar çok güzeldi. 5 hafta içerisinde benim verdiğim teorik dersler dışında önce Mezopotamya Astronomi Derneği Başkanı Mahmut Tekeş hocam, hemen ardından bir hafta sonra Dr Tuğça Şener Mardin’e gelerek konferans verdi. Eğitim içeriğimizin böyle uzmanlar sayesinde zenginleşmesi ve teleskoplarla gözlem yapmamız beni ve tüm ekibi çok mutlu etmişti. Gerçekten çok yorulduk ama değdiğine emindik, 60 yaşında bir ablanın ve 6 yaşındaki bir çocuğun teleskopla dolunaya bakarken verdiği tepkinin aynı olması, aynı heyecanı hissetmeleri tarif edilemez bir şey.

Güzel haber şu ki, Astronomi eğitimlerimizin bir belgeseli çekildi. Tüm süreç içerisinde çekimler ve röportajlar yapıldı, bu nedenle uzun uzun bahsetmeyeceğim ve belgeselimiz yayınlandığında sizi haberdar edeceğim, böylece herkes o anlara şahit olabilecek. Bu da benim için bir ilk ve önemli bir çıktı elbette, özellikle gelecekte Mardin’de yapacağımız daha büyük işler için bir referans.

Görselde kendim çektiğim bir fotoğraf var, telefonu üstten tutup giydiğim önlüğü ve ayaklarımı çekmişim. diğer elimde sırt çantam var ve yerde duruyor.

Güneşli bir lab günü.

Atölyemizi bitirdikten sonra Mardin’de son 1 haftam kalmıştı. Ailemle doyasıya gezip, tozup, aynı zamanda çalışmaya devam ettim. Erasmus süreci beni yıpratmaya devam etti elbette, akademik tanınma ve laboratuvar tanınmaları için çok çabaladım ama çabalarım sonuçsuz kaldı, bu nedenle normalde yüksek bir notla tamamladığım 5 laboratuvar dersini tekrar almak zorunda kalıyorum. Bunun yanı sıra almak zorunda bırakıldığım başka dersler de var. İspanya’da çektiğim bunca zorluğun karşılığını alamamak beni çok büyük bir boşluğa ve motivasyon kaybına sürükledi. Bu nedenle bir hayli üzgün ve yorgun bir dönem geçiriyorum. Hem 3. sınıftan hem 4. sınıftan dersler almak ve laboratuvarlara yetişmek, son sınıf olduğum için bitirme projesi ve tez çalışmalarına başlamak, yaz boyunca sürdürdüğüm araştırma projesine devam ediyor olmak fazlasıyla yorucu ama en azından 3. sınıftan ders almak haricinde diğer her şeyden zevk alıyorum.

Size bir güzel haberim daha var. Hatırlarsanız bundan önce yayınladığım yazıda Valencia’da yaptığım stajdan söz etmiştim. 3 hafta önce, Zahida bana projenin başka bir kısmına katılmak isteyip istemediğimi sordu. Bu kısmı uzaktan sürdürebilecektim, bu nedenle bu fikri Pau’ya önermiş ve Pau’da sıcak bakınca bana sordu. Ben de seve seve kabul ettim, çünkü bu proje benim katkı sağladığım ilk iş ve yapabilecekken önemli bir kısmını daha üstlenmek ve projeye tam anlamıyla dahil olmak asla hayır diyemeyeceğim, lisans eğitimim boyunca hayalini kurduğum bir şeydi. Üstelik böyle güzel insanlarla çalışmak! Yani anlayacağınız, bir yandan bu projenin ölçümleri ve veri setinin oluşturulması ile ilgileniyorum.

The Brief History of Everyone Who Ever Lived.

Bunlar dışında, kitap okudum. İspanya’dayken en çok özlediğim şey istediğim şeyleri okumaktı, çünkü orada sürekli ders notları okumak ve onları çevirmek zorundaydım ki, en azından bir şeyler öğrenebileyim. O nedenle eve varır varmaz bu yaz okumak istediğim kitapları üst üste koydum. Stefan Zweig’in 5 kitabından oluşan bir seti bitirerek başladım, Gandhi’nin torunu Arun Gandhi’nin yazdığı Gandhi’den Yaşam Dersleri kitabı ile devam ettim; bu kitabı kesinlikle tavsiye ederim. Ardından Ezidiler ile ilgili bir tarih-din kitabı okudum. Sonra Siddhartha’yı okudum ve pek sevemedim. Şimdi ise epey kalın olan ilk İngilizce kitabımı, -daha önce İngilizce öğrenmek için okuduğum kitaplar dışındaki ilk kitap- “A Brief History of Everyone Who Ever Lived” adlı kitabı okuyorum. Çok az kelime çevirisi ile kitabı akıcı olarak okuyabilmem kendimi şahsen biraz etkiledi yani şimdi dürüst olayım. Eheheh. Bundan sonra daha fazla İngilizce kitap okumaya çalışacağım çünkü hayatımın bundan sonraki evresinde dil sınavlarından alacağım iyi notlara ihtiyacım olacak.

Bunun dışında, ufak bir girişim fikrim var. Bu sefer bilimsel, tamamen alanımla ilgili ve alanımdaki teknikleri kullanarak sektöre yenilik getirecek bir şeyler üzerine kafa yoruyorum şimdilik. Okumalar yapmaya ve fikri beslemeye çalışıyorum. Çıktı almaya başladığımda, bunu kesinlikle sizinle paylaşacağım.

İşte böyle! Döneme böyle deli gibi bir iş yükü ve sorumlulukla başladım. Biraz moralim bozuk, bulunduğum yer beni mutsuz ediyor ve sosyalleşemiyorum çünkü sosyalleşmek isteyebileceğim herhangi bir ortam ve olay yok?! Cidden yok. Neyse ki bu asosyallik, bunca işe vakit ayırmamı kolaylaştırıyor.

Akış olarak bir günümü ve haftamı nasıl planlıyorum?

Yıllardır, yapmayı planladığım çok iş varken uyguladığım tek bir yöntem var: Yapılacaklar Listesi tutmak. Bu dönemde de bana en çok yardımı dokunan şey bu oldu, çünkü kafanızda çok şey varken bir de her biri bir diğerinden daha zevkli işler ise bir düzen yaratmak neredeyse imkansız. Bir işin heyecanına kapılıp diğer işe ara vermek benim çok sık yaptığım bir şeydi, bu noktada vicdanımı rahatlatmak için kendimi çok kez kandırdığım da oldu.

Ama artık kendimi daha olgun bir insan olarak görüyorum (:DDD). Bu nedenle okulun ilk haftasından beri her gün için kağıt kalem kullanarak yapmayı planladıklarımı listeliyorum. Normalde tatil boyunca masaüstü uygulamalarından Sticky Notes veya One Note kullandım ve listeyi hep masaüstünde tuttum, çünkü günümün büyük bir kısmı bilgisayar ekranına bakarak geçiyordu ve bu nedenle her şeyi görüyor, üstünü çizebiliyor ve tatmin olabiliyordum.

Şimdi ise günün her anında bilgisayar yanımda olmadığı için herhangi bir not defteri kullanarak yapabileceğiniz bir Yapılacaklar Listesi tutuyorum. Bendekini D&R’dan yaklaşık 2 yıl önce almıştım. Ara ara aktif kullanıyor, bazen ise bırakıyorum ama son 3 haftadır bakkal defterine döndü.

Peki neye göre liste çıkarıyorum?

Görselde bir not defterinin bir sayfası açık. Alt alta bir sürü şey sıralanmış, şu derse çalış saçını kestirmeye git, kitap oku vb vb gibi.

Yapılacaklar Listesi defterimden bir sayfa.

Öncelikle, yapmam gereken her şeyi aklıma geldiği gibi rastgele baştan sona yazıyorum. Eğer yazdığım her şeyi aynı gün bitirebileceksem üste o günün tarihini, eğer yarına sarkabilecekse iki günün tarihini yazıyorum. Çünkü, yarın yapmayı planladığım şeyi başka yere yazarsam aklım onda kalıyor. Her şeyi bir arada görmek ve istediğim önem sırasında ilerlemek benim için daha verimli.

Listede yazdığım her şeyin başına boş bir çember çiziyorum ve yaptıklarım için çemberin içini dolduruyorum. Eskiden karalardım ama  şimdi düzenli ve temiz görünmesi beni listeyi uzatmaya, daha fazla iş tamamlamaya itiyor.

Öncelik sırası çok önemli. Hangi işi ne zamana yetiştirmem gerekiyor, hangisi daha acil veya daha önemli, bunları belirlemeden çalışmaya başlamıyorum. Çünkü biliyorum ki beni en çok çeken şeyden başlayıp kendimi kaybedip diğer işleri ertesi güne sarkıtacağım. Aksine, acil değilse en zevk aldığım şeyleri sona bırakıyorum ki bu sayede onlara bir an önce başlayabilmek için diğer işleri aynı gün tam vaktinde yapıyorum.

Bir diğeri önemli nokta ise, kendime seçenek sunmamak. Günün ilerleyen saatlerinde “Şunu yarın yaparım ya, bir şey olmaz.” lüksünü tanımıyorum kendime, çünkü yapamayacak olma ihtimalim olsa zaten *özellikle* bugünün listesine yazmayı düşünmezdim bile. Yapabileceğimi biliyorum ve sadece üşendiğim için ertelemeye niyetleniyorum, bu devrede kendi ceza sistemim devreye giriyor. O gün için yazdığım şeyleri bitirmeden günü bitirmemeye dikkat ediyorum çünkü biliyorum ki ipin ucunu bir yerden kaçırırsam domino etkisi ile tüm düzeni kaybederim. Ayrıca tüm işleri tamamlamış olmanın verdiği zevki de bildiğim ve kovaladığım için çok da mızmızlanmıyorum ve gün sonunda kendimle gurur duyuyorum.

Şu anda bir günüm nasıl geçiyor?

Sabah uyanıp, duş-kahvaltı olaylarını halledip okula gidiyorum. Haftanın 4 günü dersim var ve Perşembe günlerim boş. Dersim olan günlerde ders aralarında Zahida’nın projesinde üstlendiğim ölçüm görevini yapıyorum. Aslında ders esnasında da bilgisayarım hep açık olduğu için derste de bazen -sohbet havasında devam ettiğinde- ölçüm yapabiliyorum çünkü beynimi çok az kullanıyorum ve bu sayede dersi de dinleyebiliyorum. Okuldan sonra genelde çooooook uykusuz olduğum için dayanabilirsem okulda kalıp biraz dizi izliyor, dayanamazsam yurda dönüp 1 saat uyuyorum çünkü dersim genelde 15’te bitiyor.

Uyandıktan sonra gece 3’e kadar bir periyot bekliyor beni. Öğlen uykusu ve biraz kahve sayesinde en verimli olduğum saatlerde, yani gece 2-3 gibi çalışabiliyor oluyorum. Önce gün tekrarı yapıyorum, hayatımda hiç günü gününe ders tekrarı yapan bir insan olmadım taa ki tek dönemde 9 tane ders alana kadar. O nedenle bu dönem istesem de çalışmayı sınav haftasına bırakamam, yoksa mezun olmamam.

Tekrardan sonra hem tez için, hem girişim fikrim için, hem de derslerdeki sunum ödevleri için makale taramaya-okumaya başlıyorum. Online olarak aldığım dersler var: MATLAB, Sistem Biyolojisi, Astrobiyoloji vb dersleri. Bunlar gerçekten en zevk aldığım şeyler. Bu nedenle her gün en azından bu derslerin birinden 1-2 ders videosunu bitirmeye çalışıyorum.

Her sabah uyandığımda ise yataktan çıkmadan, en az yarım saat kitap okuyorum. Çünkü benim derslerim 9:30’da başlasa da oda arkadaşlarım 6:40’ta uyandığı için ben de mecburen uyanıyorum ve o süreyi değerlendirmeye çalışıyorum çünkü zaten uykuma devam etmem imkansız oluyor.

Cuma günleri danışmanımla Skype görüşmesi yaptığımız için ve Perşembe günü hiç dersim olmadığı için genelde tüm Perşembe günümü ona hazırlanarak geçiriyorum.

Bu Skype görüşmeleri beni gerçekten çok geriyor ve hem psikolojik olarak hem fiziksel olarak kötü hissediyorum. Yaz boyunca, daha önce deneyimim olmayan bir programlama diliyle çalıştığım ve ilk kez İngilizce anlaşarak proje yürüttüğüm bir işin içinde olduğum için kendimi hep çok geriden gelip sürece yetişemeyen biri gibi görüyordum. Aslında bu hissi yaşayacağımı programa başvurmadan önce de düşündüm ama üzerine gitmezsem aşamayacağımı bildiğim için programa ve projeye kabul edilmek için elimden geleni yaptım, ayrıca arka plan bilgimi geliştirmek için de çok çalıştım. Fakat projeye başladıktan yaklaşık 1 ay sonra işler gerçekten boyumu aştı.

Cuma günleri görüşme varsa Çarşamba gününden itibaren geceleri uyuyamamaya, mide bulantıları ve baş ağrıları yaşamaya başladım. Görüşmeye hazır olsam da, o hafta yaptıklarıma ve hazırladığım rapora güvensem de Cuma sabahları görüşme saatine kadar görüşmenin iptal olması için dualar ettim. -Hiç iptal olmadı.- Tatilimin en büyük kısmı bu stresle ve kaygıyla geçti.

Kendimi çok yetersiz hissediyordum. Sanki danışmanımın vaktini israf etmesine sebep oluyormuş gibi. Görüşmeye kadar çok sıkı çalışıp ilerleme kaydedip bunu sunmaya hazırlansam bile görüşme esnasında beynimi kullanma ve iletişim kurma kabiliyetimi kaybediyordum. Bu da bir salak gibi görünmeme sebep oluyor. Bunu nasıl aşacağımı hiç bilmiyordum ve hala bilmiyorum, en azından şu an biraz daha iyiyim çünkü mide bulantısı ve baş ağrısı yaşamamaya başladım. Hala uykularım kaçıyor ve Cuma günleri berbat bir gerginlik içerisinde olup yemek yiyemiyorum ama hocayla görüşmediğimiz süre içerisinde daha fazla ilerleme kaydedebiliyorum, konuya hakim olmaya başladığım için olabilir.

Yarın tekrar Skype görüşmemiz var. Bu projeyi beklenen sonuçları alarak bitirmeyi ve sunup kendisini ve kendimi gururlandırmayı çok istiyorum, böylece bana ayırdığı vaktin boşa gitmediğini gösterebilirim.

Benden bu kadar. Çalışmaya dönüyorum. Siz de buna benzer deneyimleriniz varsa ve üstesinden geldiyseniz nasıl yaptığınızı yorum kısmında paylaşır mısınız?

Teşekkürler. Sevgiler.

Bilimle kalın.

 

Posted by Berfin Dağ

"Evren kadar atomdan oluşan ve evrende bir atom kadar olanım."

6 Yorum

  1. Şahanesin!
    Gurur duyuyorum seninle Berfinciğim
    Gençlere örnek oluyorsun
    Mardin’de bu yaz yaptıkların çok güzeldi
    Ödülünü de kutluyorum
    Yolun açık olsun
    Başarılar diliyorum sana
    Eminim daha bir çok harika projede yer alacaksın
    Biz de bakıp “evet bu kız Berfin ben tanıyorum
    herşeyi hak ediyor” diyeceğiz
    Sağlıklı günler diliyorum
    Allah zihin açıklığı versin canım

    Cevapla

    1. Çok teşekkür ederim!

      Cevapla

  2. Nilay Aşıktoprak Ekim 6, 2019 at 3:47 pm

    Merhaba, ben de Nilay Aşıktoprak. Yazdıklarında kendime baktığımda farkettiğim şeyleri çok gördüm ve ben de Erasmus sayesinde şu an Polonya’dayım. Yaşadığın çoğu stres ve kaygıyı ben de yavaş yavaş yaşıyorum fakat bu hoşuma gidiyor çünkü farklı ve gelişimim için faydalı bir meydan okuma (challenge dememek için kendimi zor tuttum evet :D) içinde olduğumu biliyorum. Ve okuduğum kadarıyla çok güzel şeyler peşindesin(benziyoruz :>), o yüzden hayatında başarılar ve isteklerine oranla daha büyük bir azim diliyorum.

    Cevapla

    1. Bunu duyduğuma sevindim, umarım bütün problemlerin üstesinden gelir ve mutlu dönersin. Başarılar dilerim!

      Cevapla

  3. Mehmet Şerif Gümüşoğlu Aralık 1, 2019 at 8:32 am

    Şu an aşırı motive oldum.

    Cevapla

  4. Merhaba Berfin Ben Elif. Diyarbakırdan yazıyorum sana. Hem genetik okuman (benim gibi)hem de astrolojiye ilgi duyman harika. Yaşadığın kaygıları ben de senin gibi yaşıyorum. Yalnız olmadığıma sevindim. Çalışmaların ilham verici. Devamının gelmesini ümit ediyorum. Sevgiler.

    Cevapla

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir