Selam, bu 5. İspanya not blogu fakat 5. haftamı anlatmıyor kesinlikle, daha fazlasını içeriyor olacak. 5. haftamda yazmaya başlayıp şimdilerde bitiriyorum. Fakat 5. haftamda ilk kez düzenli olarak bir haftalık video blog çekmeyi denedim. Bunu tabii ki video-blog’a geçmek için değil, denemek istediğim ve merak edenlere buradan bir kesit göstermek istedim. Ara ara, yazılı bloglarıma ekleyeceğim videolar çekmeyi düşünüyorum çünkü bu konuda çok öneri ve istek duydum. Ben yine yazmaktan yanayım, kendimi daha iyi ifade ettiğimi ve daha çok rahatladığımı hissediyorum. Resmen terapi gibi. Video blog için ise hazır olmadığımı ilk denememde görmüş oldum, kameram yok, telefonum bunun için uygun değil, zaten hafızası yok, kullandığım tek video-edit programı hata verip duruyor ve her şeyi sürekli baştan düzenliyorum. Bu nedenle çok sık olmasa da, mümkün olduğu sürece görüntü de paylaşacağım. İlk vlogumu izlemek isterseniz buradan izleyebilirsiniz.

Tek sorunumun derslerime çalışıp sınavlarımı geçmek olacağını sandığım masum pembe dünyadan, artık tek başıma yaşadığım ve her şeyle kendim ilgilenmem gerektiğini hatırladığım yorucu dünyaya 4958. kez geçtiğim bir haftadan selam. Son blogdan bu yana 2 hafta geçmiş olabilir çünkü şu an 7. haftadayım, bugün 14 Kasım Çarşamba.

Son blogdan bu yana çok fazla şey oldu ama olan biteni anlatmak yerine zihnimi meşgul eden düşünceleri dökmek istiyorum. Hepsini not ettim, bazılarını zihnime, bazılarını not defterime. Hepsini yazdığımdan emin olduğumda ve tatmin olduğumda yazıyı yayınlayacağım.


Bugün 22 Kasım Perşembe.

Bazen kendime çok acıyorum. Sınıf arkadaşlarım bana yardım etmekten sıkıldı gibi. Artık soru sormak yerine laba girmeyip eve gitmek istiyorum. Geçen gün öyle yaptım zaten. Labı bulamayınca arkadaşıma mesaj attım ve bana sadece “Veteriner Fakültesinde.” dedi ama hangi lab olduğunu söylemedi. Ben de ona çok mesaj atıyorum diye iki kişiye daha sordum ve onlar da bilmediklerini söylediler. Modum çok düşünce daha haftanın ilk gününden laba girmeyip eve gitmeye karar verdim. Tam otobüs durağına yürürken ilk mesaj attığım arkadaşım beni görmüş, beni çağırıp Veterinerliğin o tarafta olmadığını söyledi. Ben de yalandan “yolu karıştırmışım…” dedim. O esnada 5 saniye önce ağladığımı gizlemeye çalışıyordum. Laba gittik ve çok güzel geçti, lab hocalarını ise çok çok sevdim. Perşembe gününe kadar, yani bugüne kadar her gün 5 saat lab işledik ve bugün bu dersin son laboratuvarıydı. Önümüzdeki hafta 5 gün başka dersin labı olacak. Keşke yine aynı hocalar gelse fakat imkansız.

Bu hafta her gün sabah 9 akşam 9 dersim var ve haftaya 2 sınav vardı. Ne param kaldı ne enerjim. Neden gezmeye gittiğimi bilmiyorum… Otur işte evinde. Çalış.

Bugün okuldan eve gelirken şunu fark ettim, burada akşam 8’den itibaren insanların eşleri ile kol kola dışarı çıkıp gezmesi, birlikte dışarıda yemesi ve içmesi çok hoş görünüyor. Şehirde kocaman bir huzur bulutu var. Üstelik herkes her zaman çok şık… Bu beni çok etkiliyor son zamanlarda. Herkes akşam dışarı çıkarken çok özeniyor.

Bu hafta 8. haftam. 3 gün sonra buradaki 2. ayımı dolduruyorum. İspanyolca seviyeme bakılırsa artık daha fazla anlamaya başladım, kelime dağarcığım gelişti, temel cümleleri kavradım ve kullanıyorum. Fakat bunun ötesinde iletişim kuramıyorum kesinlikle. Sınavlarım ve derslerim hafiflediğinde dil öğrenmeye ağırlık vermeye devam edeceğim. Kesinlikle her şeyi birlikte sürdüremiyorum, blog, dersler, lablar, sınavlar, uyku ve yemek… bunlar dışında zaten bir şey yapabilmem imkansız hale geldi. Normalde Türkiye’deyken de yoğun bir insandım ama okul derslerim ve lablarım bu kadar yoğun değildi ve yoğunluğumu genelde ben şekillendiriyordum. Burada ise bana hazır gelen bir yoğunluk var. İstediğim diğer şeylere pek vakit ayıramıyorum. İstediğim diğer şeyler de şu he; daha fazla okuma yapabilmek, dil çalışabilmek, yemek yapıp yiyebilmek ve daha fazla uyuyabilmek. Bunlar dışında ders yoğunluğumdan aşırı derecede memnunum, çünkü ben buraya gelirken her şeyi geride bırakıp, tüm sosyal aktiviteleri, gezmeleri bırakıp akademik çalışmalara daha fazla dahil olmayı hedeflemiştim. Şimdi ise buna daha fazla yaklaştığımı görüyorum. Özellikle tek bir labda bile Türkiye’de bir dönemde öğrendiğim şeylerin 10 katını öğrenince çok mutlu oluyorum. Keşke son senemde de burada kalabilsem, çünkü döndüğümde burada kaçıracağım eğitimi arıyor olacağım. Afyon’a geri dönmeyi hiç istemiyorum.

Geçtiğimiz hafta sonu, 17 Kasım’da ODTÜ’de 2. Astrobiyoloji Konferansı gerçekleşti. İlk Astrobiyoloji Konferansı hakkında yazdığım blog yazısını hatırlıyorsanız, bu konferansın benim için ne kadar değerli ve önemli olduğunu biliyorsunuzdur. Bu sene de destek olmak için organizasyon ekibindeydim fakat neredeyse hiçbir şey yapamadım. Orada olamayınca istediğim gibi katkı da sağlayamadım. Sadece sosyal medya ekibine yardım etmiş, bir de bir sticker tasarımı yapmıştım satış için. Bu beni tabii ki üzüyordu, orada olamamak, konuşmaları dinleyememek, o atmosferi tadamamak, arkadaşlarımı görememek ve onlardan bu kadar uzakta olmak, üstüne bir de yardım da edemeyerek ruhen de uzak kalmak beni üzdü. Fakat bu sene geçen seneye göre çok daha dolu dolu geçmiş anlaşılan. Konuşmacılar ve konular çok güzeldi, içeriğini bilmesem de.

Hatta, konferans sabahı bizim oda arkadaşım ile Valencia gezimizin ilk günüydü. Valencia’ya varır varmaz odada konferans paylaşımlarına bakarken birden 10 kişiden aynı anda mesaj aldım. Nazlı, Barış ve ilk kez konuştuğum birçok kişi “Konferansta senden söz ettiler.” diye mesaj attı. Kim, benden niye söz etsin diye düşünürken Memduh Hoca’nın konuşması esnasında benim salonda olup olmadığımı sormuş ve benim de Astrobiyoloji alanında çalışmak istediğimi ve bunun için çabaladığımı söylemiş. Tam olarak içeriği anlamasam da, Memduh Hoca’nın beni unutmadığını bilmek, konferans günü bunu duymak beni çok duygulandırdı ve sanırım biraz abartılı hislere kapılarak ağlamaya başladım. Tabii ki mutluluktan. Biraz da oradan uzakta olmanın verdiği burukluk vardı tabii ki. Belki de biraz, oradaki arkadaşlarımın beni unuttuğunu hissetmenin verdiği uzaklık hissi de olabilir. Bilemiyorum.

Geçtiğimiz haftalarda iki sınav duyurusu yapıldı. İkisi de önümüzdeki hafta olacak, biri Moleküler Genetik Mühendisliği, diğeri ise İmmünoteknoloji derslerinden. Ben sınavların İngilizce olması için hocalarla konuşurken sadece Protein Mühendisliği hocası bu konuda bana yardımcı olacağını söylemişti. Son kez şansımı Genetik Mühendisliği hocasından yana denemek istedim ve sınıf arkadaşım Irene ile birlikte hocanın yanına gittik. Hoca bana, sınavı İspanyolca yapacağını ama  benim İngilizce yanıtlayabileceğimi söyledi. Bu çok saçmaydı, soruları anlamıyorum ki yanıtlayayım? Tabii ki moralim çok bozuldu. İki gün sonra hocadan bir mail aldım, mailde “Dekan ile konuştum, International Relations ofisine de yazdım, ikisi de bana sınavı çevirmek zorunda olmadığımı söyledi, bu nedenle çevirmeyeceğim. Fakat İngilizce yanıtlayabilirsin.” yazıyordu. Bu beni iyice delirtmişti. Soruları çevirmek 3 dakika bile almayacak bir iş, üstelik İngilizce bilen biri için!

Bu hafta hocadan tekrar mail aldım. Bana sözlük kullanabileceğimi, ama sözlüğün kitap şeklinde olması gerektiğini, dijital bir sözlük kullanamayacağımı söyledi. Ek olarak, bunun için tüm sınıfın onayını almam gerektiğini söyledi. Çünkü sınıf kopya çektiğimi sanabilirmiş. Soruyu anlama kısmını geçtim, anladığım sorunun kopyasını çekeceğim bir de o kısa sürede… Masum.

Sınıf grubuna yazdım ve herkes “Sana güveniyoruz, kimse bunu sorun etmez.” dedi. Eeee, bir zahmet ama…

Bu haftanın ilk günü, yani Pazartesi günü Irene yanıma gelip, “Senin için diğer 2 hoca ile de konuştum, hepsi sınavını İngilizce yapacak.” dedi. Irene ile hiç samimi değildik o sıra, ama direkt ona sarıldım. Kız anlam veremedi tabii.

Aaa unutmadan! Samimiyet demişken, geçen Perşembe bölümün partisi vardı. Parti dediğim de, Patronal gün dedikleri bir bayram. Birazcık bundan söz etmek istiyorum çünkü sınıf arkadaşlarımla daha samimi olmamı, hatta çoğu ile ilk kez konuşmamı sağlayan gün buydu. Burada ilginç bir şekilde her fakültenin, yani her akademik birimin bir dini sembolü, yani Patron’u var. Bu sembol, bir din adamı olmak zorunda. Bizim fakülte de dahil olmak üzre okuldaki 3 fakültenin Patronu ise San Alberto. San Alberto’nun özel günü ise 15 Kasım’dı. O gün bu 3 fakülte okulun festival alanında toplanıp müzik eşliğinde eğleniyormuş. Bu etkinliğe bilet almak gerekiyor, biletler 4 Euro’dan satışa çıktı ama ben kaçırıp ikinci el aldığım için 10 Euro ödedim lanet bilete. Festival genel olarak çok eğlenceliydi ama ben çok müzik ve eğlenceden rahatsız olup bir ara dışarı çıktım ve 2-3 saat dışarıda oturup sonlara doğru geri döndüm. Bu festival sayesinde sınıftaki diğer Erasmus öğrencisi İtalyan Alex ile tanıştık. Sınıftaki kızlardan Monica, bir gün beni ve Alex’i memleketi Cartagena’ya götürüp gezdirmek istediğini söyledi.

Festival günü de dahil olmak üzere yeni bir 7. hafta vlogu çektim. Bu vlogda aynı zamanda Komagene’nin bana yaptığı efsanevi jest de yer alıyor. Bu jest ne derseniz; ben buraya geldiğimden beri çiğköfteyi çok özlüyordum. Fotoğrafını görmek bile beni bitiriyordu. Bunu birkaç kez sosyal medyada paylaşınca bir arkadaşım, Gürkan, Komagene’ye mail atıp durumu anlatmış. Bunun üzerine Komagene, bana Almanya Üretim Tesisi’nden 4 kilo çiğköfte gönderdi! Buna inanabiliyor musunuz? Ben mesajı ilk aldığımda buna inanamadım. Görenler de inanamadı zaten. Komagene bu çiğköfteyi gönderirken 4 günden geç gelirse yemememi söyledi. Bu nedenle hep dua ettim tabii, Cuma gününe kadar. Cuma günü hep evde bekledim gelir diye, ama sonunda saat akşam 7 oldu ve gelmedi. O saatten sonra gelmez diye evden çıktım ve markete gittim artık. Markette tam kasadayken telefonum çaldı ve arayan kuryeydi… Bütün İspanyolcamı kullanarak arkadaşımın evde olduğunu söyledim ama anlamadı ve sonra “5 dakikaya yanınızdayım, lütfen bekleyin!” dedim. Neyse ki bekledi ve vardığımda kutuyu aldım. Açtığımda bütün paketler tazeydi çünkü hepsi çok iyi korunmuştu. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam… Zaten vlogda da göreceksiniz, sesimden bile anlaşılıyor.

Geldiği günden beri deli gibi çiğköfte tüketiyoruz, ev arkadaşım ve ev sahibim dahil olmak üzere. Shira ve Gonzalo’ya da tattırdım, ikisi de çok sevdi. Hatta Gonzalo ve Chini benim kadar sevdi diyebilirim, biraz abartmış olurum ama. Hepsinin tepkisini yeni vlogumda göreceksiniz zaten…

Bu arada buradaki arkadaşlarıma da çok severek dinlettiğim bir performansı sizinle de paylaşmak istiyorum;

Selam, bugün 25 Kasım Pazar. Yarın buradaki 8. haftamı, yani 2. ayımı dolduruyorum.

Normalde bu blog yazısını son video blogu yayınladıktan sonra paylaşmayı düşünüyordum çünkü videoyu da buraya ekleyecektim. Fakat düzenledikten sonra kayıt aşamasında hata verip durdu ve ben de çok sinirlendim. Bu beni bayağı üzdü çünkü o vlog için bir sürü video çektim, düzenledim, saatler harcadım ve sonuç olarak elimde bir hiç var. Üstelik yarından itibaren yoğun bir haftaya giriyorum ve çalışmam gereken iki sınav varken ben vloglarla ve bloglarla zaman harcadım. Bu da bana önceliklerimi tekrar hatırlattı. Harika bir gün gerçekten, aşırı sinirli ve üzgünüm ama yapacak bir şey yok maalesef.

Bu hafta bir şey yazamayabilir ve paylaşamayabilirim. Sınavlarım ve laboratuvarlarım bitince görüşmek üzere.

Sizi seviyorum. İyi ki varsınız. Görüşmek dileği ile.

Posted by Berfin Dağ

"Evren kadar atomdan oluşan ve evrende bir atom kadar olanım."

One Comment

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir