21. TUG Gökyüzü Gözlem Şenliği Nasıl Geçti?

Herkese merhaba!

Bu yazımda size bu sene 21’incisi düzenlenen TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) Gökyüzü Gözlem Şenliği’nin benim için nasıl geçtiğini aktaracağım fakat çok heyecanlıyım. Etkinlik esnasında bile durup “Ben bunları nasıl yazıya dökeceğim, anlatılmaz ki, yaşanır!” diye düşünüyordum. Bu nedenle benim için az, öz ve düzenli yazması zor olan bloglardan biri olacak. Umarım halledebilirim. Tabii önemli olan çok geciktirmeden halletmek.

İlk olarak bu sene nasıl katılmaya hak kazandığımdan söz etmek istiyorum. Bilindiği üzere, bu şenliğe 5 yıl içinde en fazla 2 kere katılma hakkınız var. Fakat bu 2. hakkı kazanmak bile büyük şans çünkü katılımcılar binlerce başvuru arasından kura ile seçiliyor ve her sene bu şansı kazanan kişi sayısı 300-450 arasında değişiyor. Ben bugüne kadar bir(1) kere bile kurada çıkmadım! İlk katıldığım sene(2016) yedeklerin kesin kontejanı dolduramaması sonucu çok bekleyerek ve yalvararak katılmıştım. O sene zaten dışarıdan da katılımcı alınıyordu (yemek yiyemiyor ve çadır alanında konaklayamıyorlar) fakat bu durum sonradan değişti. İlk kez katıldığımda ortamı detaylıca incelemiştim çünkü bana çok farklı ve yeni bir atmosfer yaşatmıştı. Çok çalışıp çabalayıp görevli ekibe katılarak etkinliğe katkı sağlama kararı almıştım hatta fakat sonra sadece Astronomi ve Fizik bölümü öğrencilerinin etkinlikte görev alabildiğini öğrendim. Sonraki sene yine kurada çıkmadım ve gidemediğim için bayağı bir üzülmüştüm. Bu sene üçüncü kez başvurdum ve yine kurada çıkmadım ama bu sefer katılımcı olmaktan daha çok istediğim bir şeyi gerçekleştirme şansı bulmuştum; atölye düzenleyerek etkinliğe katkıda bulunmak. Kısacası bu sene atölye yürütücüsü olarak katıldım.

Atölye başvuruları katılımcı başvurularının başladığı zaman başlıyor. Öyle belirli bir başvuru sistemi ve formu yok. Ben ve ekip arkadaşlarım kafamızdaki fikirleri TUG’daki hocalara sunmuştuk. Neredeyse 30 kişi, 10 farklı atölye fikri üzerine çalıştık ve sonuç olarak bu sene çok çok az sayıda atölyenin gerçekleştirileceğini öğrendik. Sonrasında 3 atölye kesin olarak kabul edildi ve bu 30 kişi maalesef 5 kişiye indi. Ben ve atölye partnerim Nazlı, Astrolinguistik atölyesi gerçekleştirecektik. Atölye kabul edilince ben materyal tasarımlarına başladım, Nazlı ise içerik için araştırma yapmaya. Bu atölyenin asıl amacı, çocuklara ve gençlere bugüne kadar Dünya’dan uzaya gönderilen mesajları ve mesajlı görevleri anlatmak, mesaj içerikleri hakkında beyin fırtınası yapmalarını sağlamak, bu mesajları çözmelerini ve anlamalarını sağlamak ve ardından kendi mesajlarını oluşturmalarına yardımcı olmaktı.

Ben TUG için Koç’ta sürdürdüğüm yaz araştırmamdan 3 gün erken ayrıldım ve Antalya’ya geldim. Nazlı, Antalya’da yaşadığı için o gece beni aldı ve onların evine giderek atölye için hazırlıkları tamamladık. Materyallerimizi de sonraki sabah etkinlik alanında teslim alacaktık. Akışımızı hazırladık ve erkenden(!) uyuduk. Sabah tüm ekiple bir araya geleceğimiz için çok heyecanlıydık, ben bunu daha önce yaşamıştım ama Nazlı yatağından sürekli kalkarak heyecanını dile getirip ne beni ne de annesini uyutuyordu. Neyse ki az da olsa uyuyup sabah erkenden Akdeniz Üniversitesi kampüsüne geçerek servis sırasına girdik. O esnada birkaç ekip arkadaşımız daha geldi ve kamp alanına çıkan ilk gruba dahil olduk. Sıradayken bile heyecandan yerimde duramıyordum. Sırada küçük bir bebekle ve babasıyla tanıştık, kamp esnasında da o bebekle çok vakit geçirdik. Adı Zülkarneyn’di gayet net hatırlıyorum.

Kamp alanına vardığımda FST ekibi dışında da tanıdık yüzler gördükçe İNANILMAZ mutlu oluyordum. Ege, Süleyman Hoca, Olcaytuğ, Mahmut Hoca, Oğuzhan Abi, Süleyman Hoca, Kadir Hoca… Çünkü bu insanları çok nadir bir arada görüyordum, astronomi ile ilgilenen ve tanıdığım, severek takip ettiğim hocaları ve arkadaşlarımı görünce çok mutlu olmuştum. Ayrıca bu sene çok fazla yeni insanla da tanıştım ve hepsini çook sevdim. Mesela bana sürekli “kızgın surat” diyen Ekin ile (kendisi o dönem TUG’da stajyerdi.) ve birçok katılımcı ile arkadaş olduk. İlk vardığımızda görevli ekibin yardımı ile tüm çadırları kurduk, yemek yedikten sonra da atölyeleri kurmak için materyalleri almaya, Sıla Hoca’nın yanına gittik. Bir insanla sadece mailleşiyorsanız ne kadar tatlı bir insan olduğunu her zaman fark edemeyebiliyorsunuz, Sıla Hoca ile yüz yüze tanışınca kendisine sarılmak istemiştim ama o kadar samimiyet garip gelebilirdi. Gerçi orada sarılmak istediğim ama sarılamadığım çok fazla hoca oldu ama olsun.

4 gün boyunca genel olarak atölye bölgesinde, Nazlı ve diğer ekip arkadaşlarım ile birlikte atölye başında olduk. Atölye ile ilgili deneyimlerimi paylaşmayı özellikle çok istiyorum çünkü çok duygusal anlar yaşadım.

İlk gün, ben ve atölye arkadaşım Nazlı’nın kafası çok karışıktı çünkü her şeyimiz hazırdı ama bir akış provası yapmamıştık. Elimizde anlattıklarımızı gösterebileceğimiz iki dev poster, uzaya gönderilen mesajları tek tek ayrı ayrı, arkasında ne anlama geldiği not edilmiş kartlar, çizim ve boyama materyalleri ve stickerlar vardı. İlk gün, tamamen bilgi verelim ve kart oyunu ile bilgileri pekiştirelim dedik ve başladık. Çocukları standa çekmek zor olmadı çünkü neredeyse stantların hepsinde yetişkin insanlar olduğu için çocukların seviyesine inmek ve şebeklik yaparak ilgi çekmek bizim için daha kolaydı. Çocuklar gelince şundan emindim ki, sadece konu anlatarak ilgi çekemeyiz. Bunu süslemeli, heyecanlandırıcı şekilde aktarmalıydık. İlk gelen gruba anlatımı yaptıktan sonra o kritik soruyu sordum, “Şimdi öğrendiklerinizi kullanabileceğiniz bir oyun oynamak ister misiniz?”. Hepsi çok büyük bir heyecanla oynamak istediğini söyledi ve kendi aralarında “İlk ben oynayacağım!” diye atışmaya başladı. O an Nazlı ile birbirimize nasıl baktığımızı hatırlıyorum. “Çok güzel geçecek, çok güzel olacak demiştim!”

Çocuklarla oyunu oynadık ve stickerlarını verdik. Yarın gelip kendi mesajlarını çizip kendi disklerini yapabileceklerini söyledik ve hepsi de geleceğini söyledi.

Atölyenin ilerleyen saatlerinde gelen çocukların yaşı daha büyüktü. Daha uzun sohbet ettik, daha derin konulara daldık. Benim ufkumu o kadar katladılar ki, bir yerden sonra bir arkadaşımla bir soruya yanıt arar gibi konuyu kurcalamaya başlamıştım. Derin sohbete daldığımız çocuklardan birinin babası da gelip sohbete katıldı, sonra başka ebeveynler… derken stantta çok güzel bir sohbet ortamı oluştu. İlk gün harika geçmişti!

Gece gözlemi için tüm ekiple bir araya geldik, kahvelerimizi aldık, montlarımızı giydik ve kimsenin birbirinin yüzünü görmediği, herkesin birbirini sadece seslerle tanıdığı gözlem alanına gittik. Bu sene gittiğimiz FST ekibi üyeleri ile de genel olarak ilk kez görüşüyorduk, ama nasıl sevdim hepsini, nasıl eğlendim anlatamam! Hepsini o kadar özledim ki! Bir tane Diyarbakırlımız var mesela, tam deli.

Gözlemleri bu sene daha çok sevdim çünkü gözlemden çok teleskop başında sohbet, geyik, kahve içmek ve meteor saymak aşırı muhteşem bir aktivite ve bu sene bunu çok güzel insanlarla yaşadık. Diyarbakırlı, 2 Muhammet, Yiğit, Ali, Barış, Ömer, Buse, Ahmet, Kaan, Gökçe… bir sürü sevimli insan ile geçen tek bir anımda bile sıkılmam mümkün değildi! Atölyede çok yorulduğum ve uykusuz olduğum anlar dışında (uykusuzken ben ben değilim) neredeyse hep çok mutluydum.

Gözlemler başladığında ilk olarak Ay teleskobuna koştum çünkü fotoğraf çekmeyi denemek istiyordum. En son Koç’ta yaz araştırmasındayken denemiştim ama çok kalabalık olduğu için çekememiştim. Bu sefer efsane fotoğraflar çektim, teleskop başındaki Meade firmasından gelen hoca bile başta isteksiz bir şekilde izin vermişken ilk fotoğrafımı görünce çok sevdi. 😀 Yani işte, bir telefon kamerası ile ne kadar iyi olabilir ki… Bir süre bununla uğraştıktan sonra tüm gece yıldızların altında muhabbet etmeye, kahve içmeye ve takımyıldızları garip cisimlere benzetmeye devam ettik… Ayrıca büyük ayı takımyıldızının adını da büyükoyun diye değiştirdik. (İster büyük koyun olarak, ister büyük oyun olarak anlayın… Azıcık ötesindeki kral tacına da dış mihraklar diyoruz.)

İlk gece çadırda uyuyabileceğimi sanarak çok masum düşüncelerle kalın kalın giyinip çadıra girdim fakat tek kelime ile İMKANSIZDI. Ayaklarım asla uyumama izin vermedi, sadece ayaklarımın -10 derece hissettiğine emindim. En sonunda polarımı alıp kafeteryaya geçtim ve orada başımı masaya koyup uyudum. Tabii ki bu her şeyin başlangıcıydı, şenlik boyunca 1 kere bile çadırda uyumadım çok soğuktan ve çok sıcaktan. Hep kafeteryadaydım ve yalnız değildim. Üşüyen herkes, ve bizim ekibin yarısı kafeteryada uyudu hep.

İkinci gün eğlenceli bir kahvaltıdan sonra tekrar atölyeye geçtik. Bu sefer çocuklara çizimlerini yaptırmaya başlamıştık ve çizimleri birleştirip “Dünya Çocuklarından Mesajlar” yazılı bir panoda sergiliyorduk. Panonun üstüne Voyager’dan bir ses kaydı olan “Hello from the children of planet Earth” yazmıştık. İkinci gün akşama kadar çizimlerle ve mesajları anlatmaya devam etmekle uğraştık. İlk gün sonunda yaklaşık 60 mesaj hazırlandı. Atölyeler bitince ise ilk TUG’a gelişimde yaptığımız gibi frizbi oynamaya gittik. İlk TUG’da ben frizbi ile ilk kez tanışmıştım ve Oğuzhan Abi bana atmayı ve tutmayı öğretmişti. Yani en azından denemişti ama çok kötü atıyordum, hatta o kadar kötüydüm ki oyundan çıkıp köşede beni izleyip, “Öğretmeme rağmen nasıl bu kadar kötü atabiliyorsun Berfin?” diye sormuştu ciddi ciddi. Bu sefer ben kendi frizbimi götürdüm, aradan geçen zamanda profesyonel bir diskim olmuştu ve atmayı öğrenmiştim. Bu sefer oynamayı teklif ettiğimde şaşırdı ve yine hep birlikte oynamaya başladık. Tek farkla, bu sefer bana “Yahu nasıl bu kadar iyi atabiliyorsun?!” dedi, kendisini bile geçtim ayıptır söylemesi… Umarım bunları okumaz. Yani zaten kendisi de çok iyi atıyor. :d

3. gün biraz farklıydı çünkü Sanayi ve Teknoloji bakanı gelecekmiş. Bir hazırlık vardı ve aslında bu yüzden çoğu işe odaklanamadık. Akşam geleceği ve kampta kalacağı söylendi. Sabah, her sene yapıldığı gibi gözlemevine çıkıldı. Daha önce geleneksel TUG döneri hep gözlemevine çıkılınca yenirdi ama bu sene aşağıda yapıldı. Gözlemevine çıkınca her teleskobu tek tek gezip en sonunda RTT-150’ye vardık. RTT-150 (Russian Turkish Telescope-1500 mm ayna çaplı).Bu teleskobu bu sene Kadir hoca tanıttı. Onu büyük bir dikkatle dinledikten sonra (daha önce de dinlemiştim) soru sormak için parmak kaldırdım ve soru sordum. Bana garip garip bakıyordu, sebebini anlamadım ama oradan ayrılınca ekip Kadir Hoca ile fotoğraf çekmek istedi ve hocanın yanına gittik. Herkes konuşurken benim yaka kartıma bakıp “Berfin? Sen misin?” dedi, çok şaşırmış görünüyordu, sebebi ise benim çok değişmiş olmammış. 😀 Nerem değişmiş diye sordum, büyümüşsün, tanıyamadım, dedi. Ben de buna şaşırdım açıkcası. İlk geldiğim sene ile şu anki halim arasında çok fark yok sanıyordum. 😀

Öğleden sonra meşhur TUG dönerini yedik. İlk yediğimde benim için “yediğim en iyi dönerler” arasında girmişti ama bu sene çok sevemedim. Sebebini anlayamadım. 🙁

Yemekten sonra, bakan gelecek diye tüm görevliler görev başına geçti, biz de atölye başına geçtik. Bakan gelince beraberinde büyük bir kalabalık geldiği için biraz karmaşa vardı. Bakan hava kararana kadar atölyelere gelmedi. O zamana kadar bizi ilk iki günkü atölye misafirlerimiz ziyaret etti, daha fazla münakaşa yaptık, daha fazla oyun oynadık. Ayrıca TRT Radyo’da Öğrenci İşleri programına bir röportaj verdik. Röportajı yapan Dorukhan Abi’nin oğlu 3 gün boyunca hep atölyemize gelip bizimle oyun oynuyordu, neredeyse bütün çocuklar boş vakitlerinde yanımıza gelip bizimle sohbet ediyor, sorular soruyordu ve biz de dolayısıyla planladığımızdan daha fazla atölye çalışması yapıyorduk. Bu ben ve Nazlı’yı inanılmaz mutlu etmişti.

Akşam, bakan atölyeleri gezmeye başlayınca ortaokul-lise çağlarında 3 kız öğrenci ve bir öğretmen atölyemize geldi ve atölye çalışmamıza katılmak istediklerini söylediler. Kızların adına sürekli öğretmenleri konuşuyordu, sebebini sonradan anladım. Kızlar Gaziantep’deki bir kamptan gelmişler. Yani Suriye’den gelip ülkemizde yaşamaya başlamışlar ve Türkçeleri çok iyi değil. Kızlar karşıma oturunca çok gergin görünüyorlardı. Ben de rahatlamaları için samimi bir şekilde sohbet etmeye başladım, Gazientep’den geldiklerini, Türkçe’yi hala öğrenmeye çalıştıklarını anlattılar. Onları kamp boyunca hiçbir aktivitede görmemiştim, sadece çadırların etrafında görüyordum, hep de birlikte takılıyorlardı. Türkçe konuşmaya çalışıp konuşamayınca daha çok gerildiklerini gördüm ve kamp boyunca yeni arkadaş edinmedikleri için de biraz soğuk hissediyor olabileceklerini düşünüyorum. Onlara, “Ben Mardin Nusaybin’den geliyorum. Okulum direkt Suriye kapısının yanındaydı, çocukluğumdan beri çok fazla Suriyeli arkadaşım oldu, ilkokulda Suriyeli bir sınıf arkadaşıma Türkçe bile öğretmiştim. Ayrıca Annem Arap, az biraz Arapça anlarım, Kürtçe de biliyorum, isterseniz Arapça ya da Kürtçe konuşun, anlayamazsam anlamadığım noktaları size sorarım. Rahat olabilirsiniz.” dedim. O andan sonra biraz Arapça-biraz Türkçe konuşmaya başladılar, rahatça tanıştık. Bana “Sen nasıl buraya geldin?” dediler. Bunu da anlattım. Sonra Nazlı ile birlikte sunumumuzu yaptık, özellikle çok karışık kelimeler kullanmaktan kaçınarak basit, anlaşılır ve açık bir şekilde her şeyi anlattık. Başta, diğer atölyelerde olduğu gibi olan biteni dinleyecek ve pek bir şey anlamasalar da biraz durup gideceklerini düşünerek önemsemeden geldikleri çok belliydi. Sonra ise onlar da mesaj çizmek istediğini söyledi. Mesajlarında diğer mesajlarda da olduğu gibi barış, sevgi ve eğitim vardı. Ayrıca bu kızlar şu an gördüğüm kadarıyla (Instagram’dan takipleşmeye başladık.) Gaziantep’te Türk Kızılayı’nda çalışıyor.

Kızlarla sohbetimiz sürerken Sanayi ve Teknoloji bakanı ile birlikte Vali ve gibi şeylerden oluşan kalabalık, atölyemize geldi. Onlara da ne yaptığımızı anlattım. Biraz sohbet edip gittiler. Kalabalık bitince kızlar da gitti. O gün son gecemiz olduğu için ve çocuklar atölyeye gelmeye devam ettiği için atölyeyi gece 11’e kadar toplamadık. Bakanın atölyeden ayrılışından yaklaşık bir saat sonra başka çocuklarla sohbet ederken kızlar tekrar geldi ve ben ve Nazlı’ya bizimle fotoğraf çekinmek istediklerini söylediler. Fotoğraf çekindik ve sonra kızlardan biri “Burada en sevdiğim kişi sen oldun.” dedi yarım yamalak Türkçesiyle. Zaten çocukların ilgisi beni yeterince mutlu bir insan yapmışken durduk yere duygulandım bir de. Hala aklımdan çıkmıyor o an.

O gece atölyeye bir çocuk geldi, annesiyle. Çocuk 4-5 yaşlarında. Çok aşırı ilgisiz ve memnuniyetsiz birine benziyordu. Annesi de zorla getirmiş zaten atölyeye, mızmızlanıyor. Annesine “hiç istemiyorsa oynamak zorunda değil, belki başka bir şey yapmak istiyordur” dedik. Bir süre daha ilgisiz duran çocuk, ben saçma salak sorular sorunca gülmeye ve sohbete dahil olmaya başladı. Uzayla ilgili kelimeleri değiştirerek komik şeylere benzetiyorduk. Şu an kurduğum kelimeleri hatırlamıyorum ama o gece karnıma ağrılar girmişti gülmekten. O çocuk da öyle gülüyordu ki, sesli ve içten, etraftaki herkes sadece gülüşü duyarak gülme krizine giriyordu. Kabul, garip bir gülüşü vardı ama ben o gece gülmekten sarhoş olmuştum. Nazlı da okuyordur şimdi bu yazıyı, hatırlıyorsa yorum kısmına yazar belki. 😀

O gece bakan için tüm ışıklar açık olduğu için pek bir yıldız görünmüyordu gökyüzünde. Çok gözlem yapmadık ama yine teleskop başında aşırı geyik muhabbet döndü kahve eşliğinde.

Ertesi gün atölyeyi toplayıp, çadırları toplayıp, belgeleri alıp, veda törenine gidip, yeterince duygulanıp, hatta AĞLAYIP (evet ağladım… çünkü çok seviyorum burayı), sonra son kez frizbi oynayıp kamp alanından ayrıldık. Antalya’da azıcık gezip akşam otogarda ayrıldık. Ben gitmeden önce Nazlı’nın annesiyle vedalaşmaya ve bazı eşyalarımı gittim, orada bile duygusal anlar yaşadık anlamıyorum bana neler oluyor… Sanki Türkiye’den ayrılıp bir yıl buraları ve bu insanları göremeyeceğimi hissetmiş gibi kimden ayrılsam çok üzülmeye başlamıştım.

Bu şenliğe genel bir bakış atacak olursam, kesinlikle ilk gittiğim şenlikten daha öğretici, daha eğlenceli ve daha verimli geçmişti. O kadar çok şey öğrendim ki! Hem hocalardan, hem arkadaşlarımdan hem de çocuklardan. Teleskop başında yıldızların altında kahve ile arkadaşlarımla ve uzman hocalarla sohbet etme faaliyetini şu ana kadar hiçbir şey geçemedi, benim için zirve o. Bu sene teleskop başında çok daha fazla şey öğrendim astronomi ve teleskop gözlemlerine dair. Atölyeye gelen çocuklar benim hem motivasyonumu artırdı, hem de bana “Öğretmenim” deyip sorular sorup sonra da öğrendikleri şeyden zevk aldıklarını söylemeleri geldiğime fazlasıyla değdiğini hissettirdi. Kamp için Antalya’ya vardığım gece Nazlı’nın ailesi ile birlikte beni ağırlaması, annesinin bana öz kızı gibi davranması, bizim için yolluk hazırlaması… Ekipte çoğunluğun yine ilk kez görüşeceğimiz insanların olması ama ilk gördüğümüz andan itibaren kardeş gibi sıcak hissetmemiz, birlikte gülmemiz, üzüldüğümüzde anında yardımcı olmak istememiz… Çok ama çok değerli şeyler. Çok değerli insanlar var hayatımda ve bunu bir kez daha fark ettim. Herkesi şimdiden çok özledim.

Ayrıca söz etmedim ama bu etkinlik benim ekiple de son etkinliğim oldu. Kampın son günü, benim için 3 yıl boyunca gerçek anlamıyla bir aile olan ekipten, Future Science Team’den ayrılma kararı aldım. Ekip hakkında olumsuz bir şey düşündüğümden değil, böylesinin daha iyi olacağını düşündüğümden. Hepsini hala çok seviyor ve birlikte yaptığımız her şeyi, iyisiyle kötüsüyle ve zorluklarıyla birlikte çok özlüyorum. Umarım oluşturduğumuz atmosferi onlar da sürdürür.

Etkinlik ekibindeki uzman ve uzman yardımcılarına olan hayranlığım ve saygım da yıllar geçtikçe artıyor. Böyle değerli bir etkinlik için bu kadar özveri ve istekle çalışmaları, o güzel atmosferi korumaları, bir aile gibi olmaları, şenliğe sahip çıkıp her geçen sene ciddi anlamda geliştirdikleri için kesinlikle saygı duyulası insanlar.

Benim için pek öğretici, pek duygusal TUG deneyimi bu sene böyle geçti. Çok kez tekrarladım biliyorum ama cidden çok özledim. İspanya’daki eğitimim Temmuz sonunda biteceği için önümüzdeki sene katılabilir miyim bilmiyorum, fakat yetişirsem yine katılmayı, en azından şansımı denemeyi çok istiyorum.

Başvuru ve şenlik detayları için buradan bilgi alabilirsiniz.

Yayınlayan

Berfin Dağ

"Evren kadar atomdan oluşan ve evrende bir atom kadar olanım." Berfin Dağ tarafından yazılmış tüm yazıları görüntüle

One thought on “21. TUG Gökyüzü Gözlem Şenliği Nasıl Geçti?”

  1. Cümleyi kesinlikle hatırlamıyorum ama hatırladağım en nefes kesen şey, gelen meteorları izleyen efsanevi dinozor çizimim 😀 Hayatında başarıları kovalayacağını biliyorum, umarım yolumuz tekrar kesişir. Antalya’dan İspanya’ya teee sevgilerle.. <3

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir